Öncelikle kitap hakkında bilinen en büyük yanlışla başlamak istiyorum; Frankenstein, kitapta bulunan yaratığın değil onu yaratan bilim insanın adıdır. Hatta bununla birlikte yaratığın aslında bir adı yoktur, Frankenstein Canavarı ya da sadece Yaratık demek çok daha doğru olacaktır, ki kitap boyunca kendisinden yaratık diye bahsedilir.
Kitabın konusuna ve felsefesine geçmeden önce, biraz magazinsel yönünden ve yazarından bahsedelim. Mary Shelley 30 Ağustos 1797'de Londra'da dünyaya geldi. Annesi Mary Wollstonecraft dönemin etkin kadın hakları savunucularından, babası William Godwin ise radikal siyasal görüşleriyle tanınan bir yazardır. Annesinin Mary'nin doğumu sırasında ölmesinin sonucunda babası tarafından büyütülmüştür.
Mary, 1812'de Şair Percy Shelley ile tanıştığında 10'lu yaşlarının ortalarındaydı, buna karşın Percy ise evli ve iki çocuk babasıydı. İkili birbirlerine aşık oldu ve 1814'te Mary'nin babasının ilişkilerine karşı çıkması sebebiyle Avrupa'ya kaçtı. 1818'de Percy'nin ilk eşinin intiharından sonraysa evleneceklerdi.
1815'te yaşanan yanardağ patlaması sonucu 1816'da meydana gelen hava ve doğa olayları 1816'nın yazsız yıl olarak anılmasına sebep oldu. Bu ilginç hava kültür ve edebiyat üzerinde de geçmeyecek bir iz bıraktı. Frankenstein romanıda bu havadan etkilenmiştir.
İçerisinde Lord Byron, John Polidori, Percy Bysshe Shelley ve Mary Wollstonecraft'ın bulunduğu bir arkadaş gurubununsa o yaz için Cenevre Gölü yakınlarındaki Villa Dioati'de planları vardı fakat olumsuz hava koşulları sebebiyle açık hava etkinliklerini iptal edip Villa Dioati'ye kapanmak zorunda kaldılar. Uzun ve bilimsel konuşmaların ardından bir tür korku hikayesi anlatma oyunu oynamaya karar verdiler. Mary, kabuslarından ve o ana kadar konuşulan konulardan yola çıkarak bir hikaye anlattı ve Frankenstein romanının temelini atmış oldu.
Gezinin ardından Mary, küçük hikayesini bir romana çevirdi ve 1 Ocak 1818'de yayımlandı. Fakat dönemin koşulları sebebiyle kitap, kocası Percy Shelley'nin adıyla yayımlandı. Daha sonrasında verdikleri bir davette Percy, kitabın aslında karısı Mary'ye ait olduğunu açıkladı. Mary, kocasının ölümünden sonra kitapta bazı şeyleri değiştirdi ve tekrar yayımladı. İlk basımda Victor hakkında daha suçlu bir anlatım varken, ikinci basımda Victor bir kurban konumundaydı.
Kitabı anlamak için Yunan Mitolojisi'nden Titan Prometheus'u ve insanın yaradılış mitini bilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Tanrıların saltanatının öncesinde dünyaya Titanlar hükmediyordu ve aralarında çıkan savaş sonucu Titanlar yenildi, bazıları yeraltı hapsedildi. Ama Prometheus hapsedilmeyenlerdendi.
Zeus'un, kardeşiyle olan ilişkisinden doğan kızıyla olan ilişkisinden bir oğlu oldu; Zagreus. Zagreus, Zeus'un favori oğluydu ve karısı Hera'nın gazabından korktuğu için onu sakladı. Fakat çok geçmeden Hera, Zagreus'u buldu ve Titanları onu öldürmeleri için görevlendirdi. Zagreus, Titanlara karşı güçlüce savaştı ama sonunda Titanlar galip geldi ve Zagreus'u canlı canlı yediler. Buna çok öfkelenen Zeus, Titanları küle çevirdi. Bu külün üstüne yağmur yağmasıyla çamura dönüştü ve Prometheus, bu çamurdan insanı yarattı. İnsanın içinde hem iyiliğin hem kötülüğün olmasının sebebi de buna bağlanır. Zagreus insanın içindeki iyiliği, Titanlar ise kötülüğü temsil eder. Bu olay aynı zamanda kitabın içinde bulunan felsefi sorulardan birine de çok güzel bir cevaptır.
Artık kitabın kendisine geçebiliriz. Kitabın ana karakteri Victor Frankenstein'da küçüklüğünde yaşadığı olaylar sonucu diriltme güdüsü meydana gelir ve bunu gerçekleştirmekte de kararlıdır. Topladığı kadavraları bir araya getirir ve çalışmaya başlar fakat çalışmasını bitirinceye kadar ne yarattığının farkında değildir. Nihayet çalışmasını bitirdiğindeyse yarattığı şeyin karşısında dehşete düşer ve ona bir isim bile vermeden kaçar.
Yarattığı şey aslında yeni doğmuş bir bebek konumundadır, annesi ve babası tarafından terk edilmiş bir bebek. Yaratık öğrenme arzusuyla dışarı çıkar fakat insanlar onun dış görünüşünden korktukları için onu dışlarlar, saldırırlar. Yaratıksa insanlara hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen böyle bir muamele görmesi karşısında korkuya kapılır ve saklanır.
Bir ailenin garajına sığınır ve gizlice onları izleyerek insanlar hakkında bilgi toplamaya başlar, konuşmayı öğrenir. Ama onlar tarafından da öğrenildiğinde yine aynı muameleyi görür ve ordan da kaçar. Yaratıcısını bulmaya karar verir ve yolculuğu sırasında yardıma ihtiyacı olan bir insana yardım etmesine rağmen insanlar ona saldırmaya devam ederler ve artık Yaratığın dönüşümü başlamış olur. Tam burada kitabın en büyük felsefi sorularından biri doğar. İnsan doğuştan mı kötüdür, sonrdan mı öğrenir? Kitabın buna verdiği cevap açıktır; sonradan öğrenir.
Victor'ın suçluluk çekip çekmediğine değinecek olursak kendi kanaatimce çektiğini düşünüyorum. Kitabın ilerleyen sayfalarında Victor, suçlu olmadığı bir olay hakkında mahkemece yargılanırken kendisini savunma ya da aklama çabasına girmedi. Bunun nedeninin dolaylı yoldan suçlu olduğunu bilmesi ve yarattığı şeyden pişman olması olduğunu düşünüyorum.
Kitap, içerisinde bolca felsefi soru bulundurduğundan insanı çokça düşünmeye iten, uzun tartışmalara yol açan bir kitaptır ve bu yönüyle insana çok şey katar. Kitabın daha fazla gizemini kaçırmadan kitaptan bir alıntıyla bu yazıyı noktalamak istiyorum:
"Yaralarımın intikamını alacağım; eğer sevgi uyandıramıyorsam, korku salacağım, özellikle de baş düşmanım olan sana çünkü söndürülmez bir nefret duyuyorum yaratıcıma."