Kolordu ve 2. Ordu Komutanlıkları arasında Mustafa Kemal’i, Hicaz’ı savunmak üzere ordu komutanı yetkisiyle oraya gidecek kuvvetlerin başına yollamışlardı. Durumu gözden geçirmek üzere Şam’a gitti Filistin Cephesi’nde pek sıkışık haldeydik. Çöller içinden uzayıp giden dar demir yolunun ta sonundaki Medine'yi Ve oraya doğru bütün yolları savunmaya kalkışmak ona göre yanlıştı. Yapılması gereken şey Hicaz kuvvetlerini geriye çekerek Filistin cephesini kurtarmaya çalışmaktı. Mustafa Kemal’in tavsiyelerini Ordu Komutanı ve Başkomutanı önce kabul ettiler fakat peygamberin kabri Medine’de olduğu için orayı bırakmak fikri İstanbul’u alt üst etti. Doğru buldukları kararı uygulayamadılar.
Mısır’dan çölü aşarak Kudüs’e doğru yürüyen İngilizler, Irak’a da asker çıkararak Bağdat’ı almışlardı. Osmanlı Başkomutanlığı Bağdat’ı geri almak hayaline kapıldı. Alman ordularına başkomutanlık eden bir generali, Osmanlı Mareşali rütbesi ile Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na tayin etti. Mustafa Kemal, bu hareketin asla başarılı olmayacağı kanaatinde idi.
Avrupa cephesinde İngilizler, Almanlara karşı çok ağır basmakta idiler. Almanlar böyle bir cephe açarlarsa İngilizlerin Avrupa'da kendilerine karşı yollayacakları kuvvetten hiç olmazsa büyük bir kısmını buraya ayıracakları ümidinde idiler. Bir müddet sonra Alman komutanı Bağdat'ı almanın mümkün olmadığını görünce kuvvetlerini İngilizleri Filistin’den çıkartmak için kullanmaya kalktı. Mustafa Kemal Türk kuvvetlerinin artık hiçbir taarruz için harcanmaması fikrindeydi. Hareket başarılı olamayacak fakat on binlerce Türk’ün boş yere kanı dökülecekti Bu Alman generalinin umurunda değildi. O Avrupa'daki cephelerden buralara ne kadar düşman kuvveti çekebilirse vatanına hizmet etmiş olacaktı, daha az Alman kanı dökülecekti.
Ordu komutanı Mustafa Kemal'in 1917 Eylül'ünde Halep'ten başkomutanlığa yolladığı bir rapor o devirdeki ordu ve memleket halini iyice anlattıktan başka bildiğini ve gördüğünü her türlü şartlar altında hiç çekinmeksizin sorumlu kimseleri ve makamlara anlatmak ahlakının bir örneğidir. Mustafa Kemal bu raporunda der ki:
’’Savaş milletimizi son dereceye getirmiştir. Halk ve hükümet arasındaki bağlar zayıflamıştır Halk menfaatini her bakımından hükümetten uzak kalmakta görmektedir çünkü kalan halk ya kadınlardan ya acizlerden veya asker kaçaklarından ibarettir. Çalıştıklarından elde ettiklerini kendi yiyeceklerine bile yetmezken askeri ve sivil hükümeti açlık ve ölüm karşılığı onların neleri var neleri yok almak zorundadır. Sivil idare zaaf içinde olduğundan memleket anarşiye doğru sürüklenmekte sürüklenmekte haksızlık ve adaletsizlik içinde bunalmaktadır. Jandarma kuvveti yoktur. İhtiyaç yüzünden memurlar rüşvet almakta, vazifelerini kötüye kullanmakta ve keyiflerine bakmaktadırlar. Halk hayatı, ticaret ve ekonomi hayatı çöküntü içindedir. Savaş devam ederse karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her yandan çürüyen saltanat binasının bir gün içeriden birdenbire çökmesi ihtimalidir. Askeri durum, savaşın yakın gelecekte bitmeyeceğini göstermektedir. Müttefiklerimiz düşmanlarımızı vurarak onları barış istemeye artık zorlayamazlar. Almanların ümitlerini geliniz, bizi1 yeniniz temeline bağlamışlardır Düşmanlarımız ise birbirlerine ayrılamayacaklar. Bizim tarafın dayanabileceği kadar savaşı uzatacaklardır. Buradan savaşı bitirmemiz neticesini çıkarmamız gerekir. Türkiye'nin askeri durumu şudur: Ordu, savaşın başında olduğuna nispetle çok zayıftır. Birçok ordular kuvvette beşte bire inmişlerdir. Memleketin insan kaynakları bu eksikleri doldurmaya yeter herhalde değildir. Hatta 7. Ordu Komutanlığı, içinde en iyi halde bulunanı dahi henüz düşmana tek bir kurşun atmadan kuvvetli tutamıyoruz. Bir örnek vereyim: Ne güç işleri yapmak üzere biner kişilik taburlardan bana göndermiş olan 39. tümenin %50'si ayakta durmaya mecalsiz olduğundan ayrılmış geriye 17 ile 20 yaşları arasında serpilmemiş çocuklar 45 ile 55 yaşları arasında işe yaramazlar kalmıştır. Cephelerimize gelince İngilizler ve Ruslar harekete geçtikleri an bizi düşüreceklerdir. Bir taarruzu beklemek lazımdır. Durum bu iken Bağdat’ı geri almayı düşünmek bile abestir. En kuvvetli ve hazır düşman Filistin’dedir. Bize göre yapılacak şeyler şunlardır: Halkın güvenliğini korumak için yeniden jandarma kuvvetlerini tesis etmek, İdare işlerini, hele ve adliye işlerini bir düzene koymak, yolsuzlukları hiç olmazsa en aşağı sınıra indirmek. Savaşın uzaması yine felaketlere sebep olursa Elimizde ve gerimizde kalacak bölgeleri ve halkı çürük bir halde bulmamalıyız. Askeri bakımdan bir savunma politikasına bağlanmalıyız. Bir tek eri sonuna kadar saklamalıyız. Memleket dışında bir tek Türk bırakamayız. (Halbuki hükümet Galiçya’ya Türk kıtala yollamıştı.)’’
Mustafa Kemal bu şartlar içinde vazife yapması mümkün olmadığını anlayarak istifa etti ve İstanbul’a geldi. Mustafa Kemal, ordu komutanlığından istifa ettikten sonra Halep'ten İstanbul'a gelecek kadar bile parası kalmamıştı. O sırada hem bakan hem komutan olan bir ahbabı ile görüşüyordu. O da tamamıyla kendisinin fikrinde idi.
— Ne yapalım ? diye sordu.
— Hiçbir şey yapamazsınız, benim gibi istifa edersiniz, dedi.
Arkadaşı düşündü:
— İstifa edemem, çocuklarımın geçinecekleri yok, demişti.
— Bahis konusu Türk milletinin ölümü kalımıdır. Böyle zamanlarda insan nasıl bu türlü kaygılara düşer, diye cevap verdi.
— Alman İmparatoru, padişahı davet etti fakat kendisi gidecek halde değildir. Veliaht Vahdettin Efendi’yi yollamaya karar verdik. Onunla birlikte siz de gider misiniz ? dediler.
Mustafa Kemal için bu pek iyi bir fırsattı. Hem cephede Alman ordusunun durumunu yakından öğrenecek hem de hasta ve ihtiyar padişahın yerine geçecek olan veliahda kendi fikirlerini anlatabilecekti.
Cephede Alman ordusunu, Caiser’i, başkomutanı ve genelkurmay başkanını gördü. Anladı ki Almanya içinde savaştan hiçbir ümit kalmamıştır.
Mustafa Kemal bir müddet hekimlerini gösterdiği luzüm üzerine Viyana ve Karlsbad'da tedavi edildikten sonra 1918 Temmuz’unda İstanbul’a döndü. Padişah ölmüş yerine Vahdettin geçmişti. Mustafa Kemal seyahatte iken ona yapmış olduğu telkinlerden bir netice çıkaracağını umuyordu. Padişah başkomutanlığı doğrudan doğruya üstüne alabilir memleketini felaketini kurtarmak teşebbüsünde bulunabilirdi. İstanbul'a varınca gitti. Kendisi ile konuştu fakat yeni padişahtan bir şey beklemenin doğru olmadığı anlamakta gecikmedi.
Suriye'de durum fenaydı. Alman generali geri alınmış fakat yerine yine bir Alman getirilmişti. Mustafa Kemal’i tekrar 7. Ordu Komutanlığı'na tayin ettiler. İstanbul'dan hiçbir ümidi kalmadığı için orduya faydalı olabilecek son vazifeleri yapmak üzere komutanlığı kabul etti ve Suriye’de Nablus’a gitti. Cepheyi birazdan açtıktan sonra gördük ki artık her şey bitmiştir. İngilizler taarruza kalktıkları zaman yapılabilecek bir şey kalmamıştır. Kendiisi diyor ki: ’’Düşününüz,yüzlerce kilometre uzayan bir cephe üzerinde üç ordu. İsimleri ordu…Zayıf, dağınık birtakım kuvvetler.’’
İlk işi elindeki kuvvetleri bir araya toplamak olmalı idi. Karlsbad’da tam tedavi görmediği için de hasta iidi. On beş gün yatakta kaldı.
Bir gün Mustafa Kemal’e bir telgraf geldi ve bu telgraf üzerine ordu kurmay heyetini görmek istedi ve yatağından kalktı. Giyindi. Bürosuna giderek bir ordu emri hazırlattı. Bu emirde düşman 19 Eylül’de taarruza geçeceğini söyleyerek ordunun alacağı tedbirlerin ne olacağını bildiriyordu. Ordusuna verdiği emri Ordular Grubu’nun başındaki Alman komutanına yollamıştı. Mustafa Kemal'in tahminlerine inanmadı ve güldü ama o kendi kuvvetlerine emirlerini verdi. 1918 Eylül gecesi İngilizler top ateşi ile taarruza geçtiler. 7. Ordu’nun sağındaki orduyu yardılar, esir ettiler. Düşman süvarileri boş kalan bir cepheden geçerek grup komutanı Alman generalin karargahını bastı. Komutan kendini güç kurtarabildi. Mustafa Kemal bin güçlük içine içinde nehirlerden geçerek, çöllerden aşarak ordusunu Şam’a kadar getirdi. Hemen sezdi ki şehir Türkleri arkadan vurmak üzere ayaklanmakta idi.
Bu sırada ona Şam’daki 7. Ordu’yu başkasına bırakıp Rayak’taki kuvvetlerin başına geçmesi için emir verdiler. Trenle Rayak’a gitti. Kuvvetler darmadağınıktı. Askerlerini güvendiği subayların idaresinde derledi, topladı. Şam’daki komutan, kuvvetleri bırakarak kaçmıştı. Mustafa Kemal gördü ki orduda emir ve komuta kalmamıştı. Herkes başının kaygısına düşmüştü. Şam ve Rayak’taki kuvvetlerin hepsini kendi iradesine alarak Halep’e doğru çekip kurtarmaya karar verdi. Kuvvetleri Halep’te toplandı. Asırlardan beri Filistin, Suriye ve daha ötede Hicaz’ı kaybetmiştik. Türklüğün Arap dünyası ile de artık ilgisi kalmamıştı fakat Araplar, Halep’te orduya ihanet etmeye hazırlanmşlar, bazı mahalleleri tutmuşlardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları adeta esir olmuşlardı. Ordusu şehir dışında olduğundan Mustafa Kemal’in yanında pek az kimsesi vardı. Otomobilinin etrafını sardılar ve her tarafa yüklendier. Mustafa Kemal yolda önüne çıkan bir Arap reisi ile konuşarak onu ikna etmişti ve Halep’e geri dönmüştü.
Yine hasta vaziyette yatağıma uzanmıştı. Halep şehir içlerinden kıyamet koptu. Balkona çıkarak sokağa baktı: Gördü ki otele doğru bir hücum var. Aşağıya indi. Kırbacı le otele girenleri dışarı sürdü ve kendine verilen bir rapordan anladı ki düşman Halep’e de taarruz etmek üzeredir. Düşman şehre bomba atıyordu. Halk arasında ölenler çoktu.. Mustafa Kemal Halep’te bir sokak muharebesi yaptı. Şehre girenleri kovdu. Otomobiline binerek şehri terk etmek üzere iken Halep komutanına:
— Bu akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim. Yarın Halep’in batı ve kuzeyindeki İngillizlerle Araplara taarruz edeceğim. Buna göre davranınız, dedi.
İşte I. Dünya Savaşı’nın son savaşı bu olmuştur. Komutanlar arasından kuvvetlerini kurtaran tek adam olan Mustafa Kemal, İngiliz ve Araplar orada durdurmaya muvaffak oldu.
Önce Bulgarlar, sonra Avusturyalılar ve Almanlar teslim olarak I. Dünya Savaşı bitmiş; başlangıçta Mustafa Kemal’e inanmayan İttihatçı liderler memleketten kaçmışlardı. Osmanlı devlet merkezine düşman donanmaları ve düşman orduları girmek üzere idiler çünkü savaş hükümetinin yerine geçen hükümet, Mondros Mütarekesi’ni imzalamıştı. İmparatorluğun son günleriydi. (1)
Ek 1: Türk kuvvetlerinin Kanal Harekatı başarısızlıkla sonuçlanınca bu bölgede savaşın ağırlık noktası Filistin ve Suriye’ye intikal etti. Bu arada İngilizler Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile anlaşarak (Ocak 1916) Arapların büyük bir bölümünü Osmanlı Devleti aleyhine çevirmeyi başarmışlardı.
İngilizler, Filistin ve Suriye cephesin içten çökertmek maksadıyla Şerif Hüseyin’e Suriye, Irak ve Hicaz’ı içine alan müstakil bir Arap devletinin krallığını vaad etmişlerdi ancak bu vaade bulunan İngilizler öte yandan Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bir mektupla Yahudilere Filistin’de bir milli vatan günümüzde Filistin meselesi olarak bilinen olayların temeli atılmıştır.
1917 yılında bu cephede en önemli savaşlar Gazze’de olmuştur. İngilizlerin buradaki Türk savunma hattını kırmak için mart ve nisan aylarında yaptıkları taarruz, İngiliz kuvvetine karşı 40.000 Türk askeri savaşıyordu. Gazze’ye giren İngilizler aralıkta da Kudüs’ü ele geçirdiler.
1918 yılında İngilizlerin Yafa’dan taarruzuyla başlayan Filistin çarpışmalarında Arap isyanının da etkisiyle durum Türklerin aleyhine gelişti. Bu bölgede 7. 8. ve 4. Ordu bulunmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın ordusunu yok etmek istemişlerdi. Bunu sezen Mustafa Kemal Paşa İngilizlere karşı başarılı savaşlar vererek ordusunu geri çekmek suretiyle imhadan kurtardı. Bu gelişmelerle Anadolu güneyden tehdit altına girmişti. Bu arada Mustafa Kemal Paşa cepheden Erkan-ı Harbiye’ye gönderdiği bir raporda ordunun Türklerle meskun sahalara çekilmesini istemiş. Savunma hattının bu bölgelerde kurulmasının faydalı olacağını bildirmişti ki zaman Mustafa Kemal Paşa’yı haklı çıkaracaktı. (2)
Ek 2:
Özetle 3 Mart 1918 tarihinde Rusya ile imzalanan Brest - Litowsk, 7 Mayıs 1918 tarihinde Romanya ile imzalanan Bükreş, 27 Kasım 1919 tarihinde Bulgaristan ile imzalanan Neuİlly, 10 Eylül 1919 tarihinde Avustuya - Macaristan ile imzalanan Saint - Germain, 28 Haziran 1918 tarihinde Almanya ile imzalanan Versay ve 30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı ile imzalanan Mondros antlaşmaları I. Dünya Savaşı’na son vermiştir. (3)
(Ek 2’deki kaynağı kısa tutmamın sebebi yazıyı okurken sıkılmamanız ve fazla detaylarla sizi boğmak istemeyişimizdir.
Kaynak:
1. Babanız Atatürk, Falih Rıfkı Atay, İmparatorluğun Sonu, 49 - 51 - 52 - 53 - 56 - 57 - 58.
2. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Prof Dr. Refik Turan, Prof. Dr. Mustafa Safran, Prof. Dr. Necdet Hayta, Prof. Dr. M. Ali Çakmak, Prof. Dr. Cengiz Dönmez, Dr. Muhammet Şahin, Suriye - Filistin Cephesi,Sayfa 50.
3. Kaynak: Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Prof Dr. Refik Turan, Prof. Dr. Mustafa Safran, Prof. Dr. Necdet Hayta, Prof. Dr. M. Ali Çakmak, Prof. Dr. Cengiz Dönmez, Dr. Muhammet Şahin, I. Dünya Savaşı’nın Sona Ermesi ile Yapılan Antlaşmalar, Sayfa 55 - 59 Arası.