Aydınlık, zulmün veya ümitsizliğin söndürebileceği bir ışık değildir ruhumuzda. İmkânsızlık, çaresizlik, yalnızlık bizi karanlığa sürükleyemez. Aşkımız kolaylıktan doğmadığı gibi, zorluklar da bizi inancımızın temellerinden vazgeçirmez. Bizim aşkımız da daimdir inancımız da. Ne bir zorluk ne karanlık ne de dünyanın bütün kötülükleri içimizdeki sevgiyi öldüremez. Biz inandığı yolda tüm benliğiyle yürüyen insanlarız, bu uğurda kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlarız. Şayet bir gün aşkımız ve inancımız bizden canımızı feda etmemizi isterse: İşte biz tereddüt etmeyecek olanlarız. Cumhuriyet; aşkımız, inancımız, ailelerimiz ve küçüklerimizin canı pahasına varlığımızın son zerresine dek müdafaa edilecektir. Aydınlık, bizim ruhumuzun merkezine koyduğumuz; Aydınlık, bizim sırtımızı yasladığımız, aydınlık bizim yegâne hakikatimiz. Gücümüzü aydınlık ve gerçeğin kendisinden aldığımız müddetçe kimse bizi karanlığa teslim edemez.
Aydınlık ve hakikat, geçmişten gelen bin yıllık bir medeniyetimizin özü, kültürümüzün belirleyicisi ve Cumhuriyetimizin üzerine inşa edildiği zemindir. Cephedeki bir Mehmetçiğin hızla çarpan kalbinde de, kömür madeninde çalışan bir işçinin alnındaki terde de aynı ruh karşılar bizi. Bu ruh milletimizi taşıyan, ileriye götüren ve var eden en kıymetli esastır. Bu sır nesilden nesile; her bir annemizin naif sesiyle söylediği ninnilerin içinde, babalarımızın göz nuru emeğinde ve al bayrağımızın kızıl renginde muhafaza edilerek benliklerimize işler ve burada bizimle sonsuza kadar yaşar. Aydınlık ve hakikat bize ailemiz için çalışmamızı emrederse ailemiz için karşılık beklemeden çalışırız, bizden Cumhuriyetimiz için savaşmamızı isterse canımızı dişimize takarak savaşırız ve bir gün ölmemizi beklerse şehadet getirip onun için düşünmeden can vermeye gideriz. Bizi var eden unsur budur, Türk milletinin tek dayanağı hak’tır.
İşte bundan tam yüz sene önce bu hakikatler tarafından şevkimiz tekrar sınandı. İmkânsızlık, çaresizlik ve karanlık dört bir yanımızı sardı ve elimizdeki her şey bizden alındı. Tehlike, egemenliğimize tezahür ettiğinde özümüzdeki ışık tekrar parladı ve bu ışıltının ateşiyle medeniyetimizin içinden yeni bir ışık alevlendi. Hak, bizden ulusumuzun devamı için fedakârlık beklemekteydi. Yani Ey bu milletin evladı, hayatından, ailenden, aşkından ve yüreğinden, her türlü servetinden, geleceğinden ve geçmişinden vazgeçmen gerekmekteydi. Şimdi seni var eden bu iki ideale dön ve bir bak. Kendi içine yöneldiğinde aynı ateşin yüreğinin ta orta yerinde yanmaya devam ettiğini göreceksin.
Karanlığın üzerimize çöküşü hiçbir zaman aniden gelmedi, kötülük sinsice, temelden ve derinden yavaş yavaş içimize kadar girdi. Bir anda yedi düvele karşı silahsız kalmadık, bir anda insanların ümidi kestiği hasta adam veya yenik millet olmadık. Küçük yalanlarla başladı her şey, sessiz kalınan en küçük ihmallerle devam etti. Kendimizden verdiğimiz her ödün medeniyetimize zarar verdi ve uygarlığımızın gücü zamanla karamsarlığın içine sürüklendi. O karanlık döneme girene kadar nice savaşlar kaybettik, nice kayıplar verdik. Millet olarak büyük bir hüznün ve mağlubiyetin ağır tesiri içindeydik. Düşman topraklarımızı işgal edip canımıza kast etmiş, karanlık yurdumuzun her tarafını kuşatarak içindeki yıkımı üzerimize salmıştı. Ne bir ordumuz, ne yiyeceğimiz ne de Mehmetçiğimiz için bir çift çarığımız vardı. Oysa hiçbir surette teslim olmuyorduk. Çünkü haklıydık, elimizde haklı olmaktan başka hiçbir değerimiz kalmamıştı, ne ki bir ulusu ayakta tutmak için hak yeterliydi.
Karanlığın hâkimiyetinin en yükseğe ulaştığı noktada Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde toplanan milletimiz, tarihin en büyük sınavlarından birini vermiştir ve karanlığın bağrından yeni bir güneş doğurmayı başarmıştır. Bu güneşin adı Milli Mücadeledir. Türk kendinden istenen fedakârlığı yerine getirip tüm varlığını bu millete bağışlamış, damarlarıyla toprağın her karışını sulamıştır. Mehmetçiğin bize canı pahasına verdiği bu egemenlik, kızım kimseye efendim demesin, oğlum başı dik yürüsün, torunlarım kendi dillerini konuşsun diyedir. Başkumandanımızın üstün savaş dehası ve askerimizin yılmaz cesaretiyle savaş tarihi baştan yazılmış, ulus dünyadaki en büyük zaferlerden birine mazhar olmuştur. Ancak her zafer yeni bir mücadelenin de başlangıcıdır aynı zamanda.
Önce düşman postallarını yurdun kutsal toprağı üzerinden atan milli irademiz daha sonra kanla suladığı bu vatanda yeni bir devlet inşa etmek mecburiyetindedir. Gücünü hak’tan alan Büyük Millet Meclisi ve temsil ettiği büyük millet artık kimsenin kulu olmayacak, kimse de bu millete efendilik etmeye cüret edemeyecektir. Yeni, aydın, egemen bir devletin temelleri hukukun ve hakikatin ilkeleri çerçevesinde atılmış ve dünyaya meydan okuyan bu ulusun özgür görüşünü tüm milletlere ibret haline getirmiştir. Cumhuriyetimiz bundan tam yüz yıl önce devrilmez bir dağ gibi Anadolu’nun kalbinden inşa edildiğinde tüm dünyanın saygısını kazanmış ve Türk milletinin değerini bir kez daha ispat etmiştir. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti Devleti egemen bir güç olarak milleti göstermiş, büyük devrimlerin en büyüğü ve ilki; ardındaki uçsuz bucaksız kuruluş sürecinin de başlangıcı olmuştur.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte devrimler birbirini izledi ve ilerleme aralıksız olarak devam etti. İçimizde ve dışımızda sayısız düşmanla savaştık. Büyük inkılabın devamında dahi aşılmaz onlarca sorunun bir bir üstesinden geldik. Bugün geçmişe dönüp de baktığımızda geçilen dar ve geçitsiz yollar birçoğumuz için insanüstü mücadeleler ve mucizeler içermektedir. Güçlükler asla peşimizi bırakmadı, bu yüz yıl, içinde birçok acı, mutluluk, başarı ve emek içermektedir. Milletimizin mücadelesi tarihte hiçbir zaman bitmediği gibi bugün de tüm zorluğu ve ciddiyetiyle devam etmektedir.
Bir asır içerisinde yüzlerce fabrika ve liman inşa ettik, yurdu köşe bucak yollar ve raylarla sarmaladık. Okulsuz köy, öğretmensiz öğrenci bırakmadık. Her gencimiz için yeni bir umut kapısı açmak, yeni bir gelecek yaratmak için elimizden geleni asla esirgemedik. Bu hür topraklar, yüz yıl içerisinde nice aşklara, nice hikâyelere, nice kahramanlıklara sahne oldu. Zor zamanlar atlattık, nice imtihanlarla sınandık. İşte bugün de bu büyük imtihanlarla yüzleşmeye devam etmekteyiz. Ve tek bir ulus olarak sırtımızı yine aydınlığa ve hakikate yaslarsak üzerimize gelen karanlığı ancak böyle def edebiliriz. Unutmayalım, evren gerçeklik yasaları üzerine kuruludur ve sahtenin bu kâinat içinde barınacak yeri yoktur. Dürüstlük ve azim bu Cumhuriyeti var eden ve ileriye taşıyacak olan kaçınılmaz hedeflerdir. Hak uğruna fedakârlık yapmaktan, yüzümüzü aydınlığa dönmekten ve yüz yıl önceki kararlılıkla mücadele etmekten asla geri durmamalıyız. Bugün vatan, bize Cumhuriyetin yüzüncü yılında hiç olmadığı kadar ihtiyaç duymakta ve bizden özveri beklemektedir. Bugün yine üzerimize gelen karanlığa karşı sınanmak üzereyiz. Yüreğimize aydınlığı, alnımıza hakikati alarak devrimimizin yüzüncü yılında egemenliğimizi bütün dünyaya, bir daha unutturulmamak üzere gösterebilecek miyiz?