Realizm nedir?
Realizmin ne olduğunu anlamak için çok fazla tahmin yürütmeye gerek yok. Fransızca “réél” sözcüğünden türemiştir. Reel kelimesi gerçek anlamına gelir. Eğer, öğrenmek istediğiniz ufak tanımlarsa; “Realizm ya da gerçekçilik, bir estetik ve edebi kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa'da ortaya çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasisizme bir başkaldırı niteliğinde ise gerçekçilik yani realizm, hem klasisizme hem de romantizme bir başkaldırıdır.”tanımı pekala yeterli olacaktır. Fakat Balzac, Flaubert, Dostoyevski, Tolstoy, Dickens gibi edebiyat devlerinin yazdığı bir akımı ve o akımın sonuçlarını idrak etmeye çalışmak, edebiyat serüvenine atılmayı amaçlayanlar için yararlı olacaktır.
Her biri uzun uzadıya inceleme konusu olan bu yazarların amaçları ne idi ve neleri peşleri sıra sürüklediler?
Öncelikle akımın çıktığı dönemi göz önüne almak gerekiyor. Sanayi Devrimi ortaya çıkmış ve beraberinde alt sınıf için yeni işkenceler ortaya çıkmıştı. İnsan gücünün yerini alması beklenen makineler, insanları yalnızca temel gereksinimlerini sağlayan ve çalışan “hayvanlar” haline getirmişti. Sınıf farklılıkları odağını paraya çevirmişti. İnsanların elbette tarih boyunca büyük büyük sorunları olmuştu fakat artık bu sefalet kitlesel bir hal almaya başlamıştı. Şimdi bir hayal edin. Etrafınız hastalık, fakirlik ve mücadele kaynıyor; siz ise oturup etkileyici cümlelerle şaşalı aşkları anlatıyor veya hayatlardan bahsediyorsunuz, yalnızca belirli bir kesime yönelik eserler üretiyorsunuz. Realizm tam bu noktada romantizmin ve klasisizmin hayattan kopukluğuna bir eleştiriydi. Çünkü o dönemin sanatçılarının yaptığı şeyler bir bakıma komedi gibiydi.
En azından realistler böyle düşünüyordu.
Dickens edebiyat kariyerine mizahi içerikler yazarak başlamıştı, sonralarında realizm akımının en önemli yazınsal işlerinden biri olan Oliver Twist’i yazmıştı. Adalet ve “Varoş”ları çok iyi yansıtıyordu. Turgenyev çoğunlukla yaptığı gibi belli bir ekonomik sınıfı inceliyor, Tolstoy ise Anna Karenina ile kendi tarzını, tasvir yeteneğini olabildiğince ortaya koyuyordu.
Realizm akımıyla beraber, dil yalın hale gelmiş ve toplumsal sorunlar ele alınmaya başlanmıştı.
Aslında bu gerçekliğe iniş gelecekteki bireyin içe kapanışına bir köprüydü. Hayat gerçekten de berbattı ve insanların hali perişandı. fakat bu yalnız bir yere kadar sahiplenilebilirdi. insanların da özel hayatları acı doluydu, her şey maddi değildi. bu noktadan sonra patlak veren dünya savaşı Varoluşçuluğu ve Dadaizmi doğurdu. Toplumsal sorunlar hala devam etmekteydi ama sanatçıların bunu ele alabilecek güçleri de cesaretleri de kalmamışı. Bu köprüyü kuran ise realizmin en önemli temsilcilerinden olan Dostoyevski olacaktı. Dostoyevski’nin Gogol’dan kalma, psikoz geçirmeye müsait karakterleriyle dolu bir gerçeklik serüveni vardı.(Ev Sahibesi bir örnek sayılabilir) örneğin Gogol burnunu kaybetmiş bir adamla beraber tüm bir memur sınıfını eleştirebiliyordu. Hem gerçeklikten uzak hem de gerçeğe bir o kadar temas halinde. Dostoyevski gerçekliği tüm tezatlıklarıyla aktarırken varoluşçu akımın en iyi romanlarından birisini ortaya koymuştu(Suç ve Ceza). Karamsar, nevrotik, “iğrenç” ve gerçeklik. Gerçekliği ele almanın binbir türlü yolu var anlayacağınız. Kimiler anlamsızca sözcükleri bir araya getirerek gerçekliğe bir eleştiri getirir, kimileri kendilerini merkeze koyarak yaşam savaşı verir. Lakin realizm akımı ana hatlarıyla betimleme ve toplumsal mesajlarıyla doludur. Gerçekliği var olduğu şekliyle, algılandığı şekliyle yorumlar.
Kadirhan Albayrak