Gazi Hazretleri şapka takmayanları gerçekten astı mı? Atatürk, şapka kanunu neden yaptı? Gelin birlikte bakalım.
Vatan düşman işgalindeyken cuma namazı kılnmaz diyen Rıdvan Hoca, Maraş Savunması ile bilinen Sütçü İmam, Sivas Kongresi delegesi Şeyh Hacı Fevzi Efendi, Küfrezide Abdullah Efendi 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, İstiklal Şairi yazarı Mehmet Akif Ersoy, Erzurum Kongresi delegesi Hoca Raif Efendi, halifeliğin kaldırılmasını meclise önerge olarak sunan Şeyh Saffet Efendi, ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rıfat Börekçi, Kuran’ı Kerim’i Türkçeye çeviren Elmalılı Hamdi Yazır, Mareşal Fevzi Çakmak gibi önemli dindar ve donanımlı kişiler vardır. 3. sınıfta din çocuğunun din dersleri, (kitabın içeriğinde peygamberin ahlakı vs. konulara da değinliyor.) 1927’de okutulan din kitapları, askerlere özel dağıtılan din kitabı, Diyanet’in 1936 yılında çıkardığı hutbe kitabı,1934 yılında yayımlanan Dualı Yasin Şerif ve Namaz Sureleri kitabını çıkaran Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı ve İsmet İnönü’nün başbakanı ile oluşturulan hükümet bunu yapmıştır. İlk imam hatiplerin Atatürk döneminde açıldığını da hatırlatmak gerek. Atatürk, 10 Kasım 1938 tarihinde ağlayanların arasında kapalı açık fark etmeksizin kadınlar vardı. Ayrıyeten Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, kız kardeşi Makbule, Atatürk’ün annesinin vasiyeti ile evlendiği Latife Hanım, Atatürk döneminde seçilen ilk köy muhtarı Gül Esin, Atatürk’ün manevi kızı Rukiye Erkin de kapalı idi.
Atatürk, şapkayı getirdi. Pei şapka denildiği gibi Yahudilerden ve İngilizlerden mi alınma yoksa Türk geleneklerinde olduğu için mi Atatürk, şapkayı getirmek istedi? Gazi Hazretlerinin sözlerinden bunu bizzat dinleyelim:
"Türk milletinin umumi serpuşu şapkadır ve hükümet buna karşı olan geleneğin devamını meneder." Bundan soma fes giyenler, eğer halkı isyana teşvik ya da devlet kuvvetlerine karşı direnmekle suçlanmazlarsa, "kanun ve nizamlara göre, yetkili makamları tarafından verilmiş emre itaatsizlik suçundan", bir aya kadar hapisle cezalandırılabiliyorlardı.Böylece fese bir kutsallık veren, onu çıkarıp atmayı, mukaddesata hakaret sayan sakat bir zihniyet bertaraf edilerek, 25 Kasım 1925 tarihli kanunla milletlerarası kılık kıyafet kabul edilmiş oluyordu. Türkler Orta Asya’da iken baştan ayağa kadar bütün giysilerini kendi geleneklerine ve kendi zevklerine göre geliştirdiler. Geleneklerine bağlı kaldıkları için bugün bile Orta Asya Türk Devletlerinin çoğunda çeşitli börk, kalpak, tepelik, hotoz, takke, üstlük, içlik, çizme, dizlik, pabuç gibi giysiler hâlâ kullanılmaktadır. Osmanlı Devleti’nde Osman Bey’den, II. Mahmut’a kadar geçen zamanda Padişahlar değişik şekillerde başlıklar kullandılar. Osman Bey döneminde, devlet ileri gelenleri tarafından da giyilen Horasan Türklerinin sardığı sarık şekli olan “Horasani Sarık” kullanımı Fatih Sultan Mehmet’e kadar devam etti. Devlet görevlileri divana da bu kavukla katılırken, seferde sivillerin ki gibi börk giydiler. Askerin ise üniforma cinsinden belli bir giysisinin olmayışı sonucunda, 1335’ten sonra Yeniçeri Ordusu ile üniforma uygulaması başladı. 14. yy.da devleti idare eden beylerin giydikleri “Horasani sarık”ta değişiklik yapılarak sert keçeden yapılmış kavukların üstüne sarılarak giyildi. Osmanlıların ilk zamanlarında sarık sarmak törenler dışında pek görülen bir uygulama değildi.15 Osmanlılarda ilmiye sınıfı olan kazaskerler, kadılar, müderrisler ise törenlerde “Örfi Kavuk” giyiyorlardı.16 15. yy.da Fatih, dilimli bir külah giyerken; Vezirler ise törenlerde burma sarıklarını dilimli bir kavuk üstüne sararak kullanıyorlardı. Yavuz döneminde giyilen, “Selimi” adı verilen kavuk 17. yüzyıla kadar kullanıldı. Kanuni Sultan Süleyman zamanında sarık taşıma şartlarına belli bir düzen getirilerek, rütbesi olamayan kimselerin resmi olmayan giysilerle kısa burunlu kavuk; sarayda hizmet eden görevlilerin ise, çeşitli başlıklar giymeleri kurala bağlandı. Beyaz sarık Türklere; kırmızı, sarı ve siyah renkler Müslüman olmayanlara ayrıldı. Kanuni’nin bu dönemde giydiği başlık ise, dilim dilim dikişli, kırmızı uzun külahlı bir sarıktı. En eski Türk başlığı olan kalpak, 17. yy.da, Enderun Mektebi öğrencilerinde görüldü. Bu öğrenciler, Padişahın karşısında fasıllar yapılacağı zaman, “Yusufi kavuk” ve sırmalı elbise giydiler. Avrupa giysilerinin kabul edildiği 1827 yılına kadar törenlerde vezirler ve yüksek kademedeki devlet memurları “mücevvez” denilen bir başlık kullandılar. 18. yy.a gelindiği zaman ise erkekler, şehirliler, askerler, tacirler hatta köylüler bile kürkten elbise giydiler. Sivil halk senenin mevsimlerine göre dış elbiselerini değiştirip, Padişahla beraber belli günlerde, bahar, yaz, sonbahar ve kış kıyafetlerini giydiler.21 18.yy.da İlmiye sınıfı “Örfi Kavuğu” giyerken, devlet ileri gelenleri ise “kallavi kavuk” giydiler. Osmanlı Devlet adamları 18. yy. sonlarına doğru geleneksel giysi değişikliğinde bulundular. İlk adımı da 1790’larda Nizam-ı Cedit ile atıldı. Ordunun kıyafetinde düzenlemeler yapılırken, III. Selim’in tahttan indirilmesi ve Nizam-ı Cedit uygulamalarının kaldırılmasıyla giysideki modernleşme de durduruldu. III. Selim’in yenilik uygulamalarını devam ettirmeye çalışan II. Mahmut, 1826’da yeniliklerin önünde engel oluşturan Yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra yerine kurduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun başına “Şobara”yı yerleştirdi. 1827 yılı ortalarında, şobaranın güneş ve yağmurdan kolayca bozulması dikkate alınarak yeni bir başlık düşünüldü. Halkın “karnaval” görünümündeki giysi ve başlık geleneğine son vermek için Avrupa’dan çeşitli giysi ve başlık örnekleri de getirildi.23 Serasker Koca Hüsrev Paşa’nın, Tunus’tan dönüşünde “kara püsküllü kırmızı fesi” getirip, II. Mahmut’a tanıtmasıyla başlık arayışı yeni bir evreye girdi.” (Şapka Meselesi ve Kılık Kıyafet İnkılabı – Araştırma Görevlisi Selami Kılıç)
Tümgeneral Osman Pamukoğlu Devrimlerin Efendisi kitabında şapka kanunundan kısaca şöyle bahseder:
II. Mahmut döneminde askerlere ve memurlara kavuk yerine fes giydirilmesi kabul edildiği zaman başta şeyhülislam olduğu halde bütün ulema fes giymenin şer’an caiz olmadığı ileri sürerek itiraz ettiler. Halkın her sınıfı ne istediğini giymekte serbestti.
1903 yılında II. Abdülhamit döneminde, askerlere kalpak giydirmek istendiğinde ulema sınıfı bu defa da kalpak giyilmesine itiraz etti. Gerçekten ne fesin ne de diğer kıyafet unsurlarnın din ve milliyet ile hiçbir alakası yoktu. Ulema, yenilikten korktuğu için halkın dini inancını istismar ederek çıkarlarına alet ediyordu…
Çağdaşlığın bir bütün olarak ele alınması, dünyanın kabul ettiği medeni giysilerin benimsenmesini zorunlu kılıyordu. Atatürk 24 Ağustos 1925’te Kastamonu’ya ve İnebolu’2ya yaptığı seyahatlerde kıyafet devriminin ilk parolasını başında taşıdığı panama şapkayı göstererek verdi ve:
“Biz her bakımdan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olmaktır. Medeni kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz” sözleriyle hitap etti.
Gel gelelim “şapka takmadı” palavrası ile asılan Şeyh Sait Seyit Rıza gibilerine:
Şeyh Sait, dini öne sürerek bir Kürdistan kurmayı amaçlıyordu.
Hakim, namazını kılıyor musun, orucunu tutuyor musun diye sordu. Şeyh Sait, “evet” dedi.
Hakim, ”o zaman niye isyan ettin?” dedi. Şeyh Sait “hata yaptık diyerek cevap verdi. Ve Şeyh Sait 29 Haziran 1925 tarihinde idam edilmişti.(Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Sayfa 156 - 157) (Özet şeklinde geçilmiştir.)
İskilipli Atıf ise Milli Mücadele’ye karşı bir cemiyet olan Teal-i İslam Cemiyeti’nin kurucusu idi. Mahmut Şevket Paşa’ya kurulan suikastin faillerinden biri de Seyit Rıza idi. Teal-i İslam Cemiyeti namına düzeltme beyannameleri sonradan alındığını inkar düzenine rağmen Yunan uçaklarıyla istiklal ve hayatı için mücadele eden Anadolu köylerine attırmıştı. Kendisi hain Damat Ferit Paşa hükümeti ile işbirliği içindeydi. Frenk Mukaddiliği ve Şapka adlı kitabı yazarak milleti galeyana getiren İskilipli Atıf 4 Şubat 1926 tarihinde asıldı. (TBMM Yayınları, İkinci Dönem Ankara İstiklal Mahkemeleri, [19225 - 1927 ] Cilt 3, Sayfa 59 - 61 - 63)
Gel gelelim Said-i Nursi ve bir efsane olan Şalcı Bacı’ya:
Said-i Nursi Milli Mücadele’ye karşı olan, Kürdistan’ı kurmayı amaçlayan Kürt Teali Cemiyeti’ni kurdu. Bana kitabı Allah yazdırdı diyerek milleti kandırmış ve Atatürk’e deccal demiştir. Kendisi Avcı Taburları’nın ayaklanması sonucu 31 Mart gerici ayaklanmasında bulunmuştur. İstanbul’da İngiliz desteki İttihad-ı Muhameddiye Cemiyeti’ni kurmuştur. 1925’te çıkan Şeyh Said İsyanı’na katılmış ve bunun sonucunda Batı Anadolu’ya sürülmüştür. Türkçüleri Avrupa’yı taklit edenler olarak nitelendirmiştir. (Uğur Mumcu, Uyan Gazi Kemal)
Şalcı Bacı Efsanesi var bir de… 25 Kasım’da boy boy fotoğraflarını gördüğünüz kişi Şalcı Bacı değildir. Ve asılan kişinin suçu şapka takmamak değil cinayet idi. Asılan kişinin adı Ispartalı Hasan Kızı Fatma idi. (Ümit Doğan, Twitter)
Kısacası araştırmak istemeyene bahane çok. Araştırmak isteyene bahane yok.