1908 yılında orduda huzursuzluklar tecelli etmişti. Alaylı şekilde rütbe sahibi olanlar mektepli olanlara karşı cephe alıyor ve önlerini kesmeye çalışıyorlardı. Lakin çabaları sonuçsuz çıkıyor, üstüne tasfiye edilmeye başlanıyorlardı. Orduda modernleşme önemsenmiş buna göre adımlar atılmaya başlanmıştı. Rumeli'nde "Nigehban-ı Meşrutiyet" (Meşrutiyetin Bekçileri) adını aldıktan sonra İstanbul'a mevcut rejimi muhafaza için getirilen Avcı Taburları, Volkan Gazetesi yazarı -aynı zamanda kurucusu- Derviş Vahdeti'nin dini propagandası etkisinde kalmışlardır. Bu askerlerin birçoğu namaz çıkışı cami avlusunda propaganda yapan İttihad-ı Muhammedi Fırkası'nın adamlarının sözlerini benimsemiş ve bu cemiyete dahil olmuşlardır. Tarihler 13 Nisan 1909/31 Mart 1325 Salı gününü gösterdiğinde sabah saatlerinde isyan fitili ateşlenmiştir. Avcı Taburları, subaylardan bazılarını ağaçlara bağlamışlar, bazılarını da odalara kilitledikten sonra sokağa çıkarak "Padişahım çok yaşa! Şeriat isteriz!" naralarıyla Ayasofya Meydanında, Osmanlı Mebusan Meclisi önünde toplanmışlardır. Bu gruba iki yüz kadar hoca da tekbir getirerek katılmıştır.
Asilerin hazırlıklı oldukları göze çarpıyordu. Ordudan tasfiye edilmiş onbaşılar ve çavuşlar Hamdi Yaşar adlı bir çavuşun başkumandanlığı altında toplanmıştı. Asiler planlı hareket ediyordu, öyle ki sokakta gördükleri Hristiyan halka korkmamaları için teminat veriyorlar ancak yabancı elçiliklerin kapısına muhafız koymaktan da geri kalmıyorlardı. Asiler yeniçerilerden ilham alarak diğer kışlalara elçiler yolluyorlar ve Meclis önünde toplanmaya davet ediyorlardı.
Asilerin ilk kurbanı yaylım ateşiyle şehit edilen Laskiye Mebusu Mehmet Arslan Bey olmuştu. Asiler kendisini İttihat Terakki yanlısı Tanin başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey sanmışlar ve ateş ederek öldürmüşlerdir. Mehmet Bey'in ardından Adliye Nazırı Nazım Paşa'nın şehit edilmesi büyük yankı uyandırmıştı. Bahriye Nazırının da yaralanmasıyla Harbiye Nazırı ve ileri gelen kumandanlar birer birer kenara çekilmeye mecbur oldular.
Asiler, Bahriye Silâhendaz Taburu komutanı Binbaşı Ali Kabûli Bey'i "şeriat namına" parça parça etmek istiyorlardı. Binbaşı bir nutuk atarak kendi taburunda sükûnet sağlamış ancak asilerin "Bu Binbaşı Padişahımızı ve Saray'ı topa tutmak ister, ne duruyorsunuz?" sözleriyle tabur galeyana gelmiş ve kendi komutanlarını derdest edip erzak arabası içerisinde Yıldız Sarayı'na götürmüşlerdir. Herkes şen bir hava içerisinde silah ateşliyorken heyecana kapılan "Tophane-i âmire"de bulunan topçular da denizcilere katılmışlardır. Yıldız Sarayı'na varıldığı vakit I. Tabur İmamı Murat Efendi kafilenin başına geçti ve coşkun bir dua ile asileri çileden çıkardı.
Askerler "Şeriat isteriz, Padişahım çok yaşa!" diye bağırırken Abdülhamid sarayın penceresinde göründü. Padişah, Ali Bey'i görmek istedi. Binbaşı arabadan indirilip huzura getirildi ve Padişah'ı askerce selamladı. "Padişahım, şikayetleri iftiradır, hakaretleri de iftiraları gibi teşvik eseridir" diyebildi lakin heyecanından fazla konuşamadı. Padişah iki asiyi çağırdı ve olayı anlatmalarını istedi ancak Başkatibi Cevat bey "Zat-ı şahanenize bunlarla görüşmek yakışmaz" diyerek memnuniyetsizliğini belirtti, Abdülhamid ise "Bizi yatağımızda yatarken niçin yaksınlar, sormayalım mı?" cevabını verdi.
Asiler, Kaptan Ali Bey'in üzerine atıldılar ve onu Padişahın gözleri önünde süngülerle delik deşik ettiler. Hızlarını alamadılar ve Ali Bey'in paramparça vücudunu saray yakınındaki bir ağaca astılar. Abdülhamid bunu yapan askerleri ödüllendirmek için kullandıkları bayraklara nişan takarak onları onurlandırdı.
Asilerin asıl problemi şeriat değil ordudan tasfiye edildikten sonra işsiz kalmış olmalarıydı. Bundan dolayı mekteplilere karşı büyük kin besliyorlardı. Bunun bilincinde olan mektepli subaylar okullarından ve evlerinden dışarı adım atamıyorlardı. Asiler mevcut hükümetin düşmesini kendilerini yargılamayacak, orduya tekrardan alınmalarını sağlayacak ve şeriatı temin edecek bir hükümet istiyorlardı. Bunun sonucu olarak da Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi düştü ve yerine Tevfik Paşa kabinesi geldi.
Meşrutiyetçiler isyanın bastırılması gerektiğinin farkındaydı ve 14 Nisan günü Selânik’te genel seferberlik ilan edilerek Selânik Redif Tümeni'nin bütün taburları silahaltına alındı. Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey, Selanik'ten İstanbul'a hareket eden orduya "Hareket Ordusu" adını verdi bu sayede bütün askerler bu isim altında birleşti. Ordunun Kurmaylığını Mustafa Kemal Bey yapmaktaydı. Kendisi 19 Nisan’da İstanbul halkına ordunun amacını açıklayan bir beyanname yayımladı, bu beyanname Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye'ye iletildi ardından da sokaklarda halka dağıtıldı.
Ordu İstanbul'a geldiğinde Mahmut Şevket Paşa ordunun başına geçti, Kurmaylığa da Mustafa Bey yerine İsmail Enver Bey getirildi. Ordu, 23 Nisan gecesi İstanbul içlerine ilerlemeye başladı. Dört gün boyunca kanlı çatışmalar devam etti ancak 27 Nisan günü Yıldız Sarayı ele geçirilerek isyan bastırıldı.
İstanbul kurtarıldıktan sonra sıkıyönetim ilan edildi. Abdülhamit tahtından indirildi yerine Mehmed Reşat getirildi. Artık isyancılar için kara günler başlamış oldu. Yargılamalar sonunda 70 kişi idama, 420 kişi müebbet ve 6 aydan başlayan çeşitli hapis, yüzlerce kişi de süresiz sürgün cezalarına çarptırıldı. Herkesi kışkırtan ve mevcut rejime başkaldıran Derviş Vahdeti ise 19 Temmuz 1909 yılında Ayasofya Meydanında asılarak idam edilmiştir.
Hicri Takvime göre 31 Mart, Miladi Takvime göreyse 13 Nisanda başlayan olaylar esnasında şehit edilen askerler için Şişli'de Abide-i Hürriyet anıtı dikilmiş, ikisi subay 44 asker buraya defnedilmiştir.
Kaynaklar olayları birinci elden yaşayan Celal Bayar'ın hatıralarını yazdığı Ben de Yazdım kitabındandır. Gerekli belgeler 1. cilt sf. 259'dan başlamaktadır.