1838 Baltalimanı Ticaret Anlaşması sonrasında Osmanlı Devleti dışa açık politikalar izlemiş ve dış ticaretin ekonomideki yeri önem kazanmıştır. 1914’te Cihan Harbinin başlamasıylaysa Osmanlı giderek içine kapanmış kendi ihtiyacını kendi gidermeye çalışan bir devlet konumuna gelmiştir. İttihat ve Terakki’nin de etkisiyle bu politikalara “iktisadi milliyetçilik” adı verilmiştir.
İttihat ve Terakki yönetimi ekonomiyi ayakta tutabilmek adına Cumhuriyette de devam edecek politikaların bazılarını ortaya koydu: 1914 yılının sonlarına doğru kapitülasyonlar kaldırıldı; hukuk, yargı, ticaret ve diğer imtiyazlar tek taraflı olarak iptal edildi. Bu sayede Osmanlı vatandaşları yabancı memleketlerin vatandaşlarıyla eşit konuma geldi. Her mala aynı gümrük oranı yerine esnek gümrük tarifesi uygulanmaya başlandı. Aynı zamanda Duyun-u Umumiye faaliyetleri askıya alındı. Savaş dönemine geçmeden evvel Duyun-u Umumiyeyle ilgili biraz irdeleme yapmayı doğru buluyorum.
Tanzimat’ın bütün girişimleri 1860’ta iflas ettikten sonra paşalar zamanlarını 1875 yılına kadar yalılarında şiir okuyup kahve içerek geçirmiş, borçları önemsememişlerdi. Borçların faizleri bile ödenemeyecek seviyeye gelinmişti. Bunun sonucunda 1882 yılında Abdülhamit devletin malî iflasını açıklamış ve bunu devletlere bildirmişti. Artık devletlerin yapacağı tek şey borçları kendilerinin tahsil etmeleriydi. 10 Aralık 1882’de sömürünün kalesi Duyun-i Umumiye açıldı. Osmanlı İmparatorluğu sonuç ne olursa olsun askeri yollarla yıkılamamış, Avrupa’dan atılamamıştı. Osmanlı’nın yıkılışı iktisadi yollarla sağlanacaktı. Yabancılar devletin borçlarıyla bir korporasyon kurmuştu. Buna göre devletin doğal kaynakları yabancı şirket (Duyun-i Umumiye) tarafından işletilecekti. Bu yabancılar için o kadar kârlıydı ki İtalya buradan kazandıklarıyla Trablus savaşını finanse etmişti. Yani Türk’ten aldıklarıyla Türk’ün boğazına sarılıyorlardı.
Türkiye ithalatının büyük kısmını İtalya, Fransa, Almanya ve İngiltere’den sağlıyorken savaşın başlamasıyla büyük devletlerin ablukası altına girdi. İthalat oranlarının düşmesi ekonomiyi ve halkı kötü etkiliyordu. Bu etki Almanya’nın 1915 sonunda Sırbistan’ı işgal etmesiyle hafiflese de hala büyük bir kriz süreci devam ediyordu. 1916 yılında Türkiye’nin dış ticaret hacmi 1/5 oranına kadar düşmüştü. Dış ticaretin %90’ı Almanya ve Avusturya-Macaristan ile yapılmaktaydı.
Rusların Karadeniz kıyısındaki Ereğli kömür madenlerini bombalaması sonucu kömür üretimi düşmüş ve sanayi faaliyetleri olumsuz etkilenmiştir. Çok sayıda erkeğin savaş nedeniyle topraklarını terk etmesi işgücünü kötü etkilemiş ve bütün kadınları tarım yapmaya zorlamıştır. Ne kadar kadınlar istihdam edilse de üretim sorunu çözülememiştir, öyle ki kömür üretimi 1913-14 ortalamasıyla karşılaştırıldığında 1916’da %40, 1918’de ise %75 düşmüştür.
Ermeni Tehciri sonrasında Doğu Anadolu topraklarında nüfusun azalması üretimi kötü etkilemiş hatta neredeyse tamamıyla durma noktasına kadar getirmiştir. Orduya erzak temini için hayvanların kesimi zaman geçtikçe artmak zorunda kalmış ve 1918 yılına gelindiğinde yük hayvanlarının sayısı %50, koyun ve keçilerin sayısı ise %40 düşmüştür. Bu nedenlerle de İmparatorluğun milli geliri savaş öncesindeki düzeyin %40 altına düşmüştür.
Kırsal kesimler üretimini yapabildikleri gıdaları kendilerine saklıyor vergi memurlarını ikna etmeye çalışıyorlardı. Haliyle kentlere gıda gitmiyor ve fiyatlar daha da yükseliyordu. Doğu Anadolu, İstanbul çevresi ve Karadeniz vilayetlerinde gıda kıtlığı ileri düzeye gelirken Ege ve İç Anadolu’da fiyatlar düşük seviyelerde kaldı. Bu gibi nedenlerden dolayı Osmanlı İmparatorluğunun savaş süresince çektiği en büyük sıkıntı erzakların dağıtımı konusudur.
Hem ordu hem de kentlilere iaşenin sağlanması büyük bir problemdi. Talat Paşa bu konuyu çözmek için “Türk Patron” politikalarını Kara Kemal ile hayata geçirmeye çalıştı. Plana göre Cemiyete yakın kişilere imtiyazlar tanınacak ve halkın iaşe probleminin çözülmesi bu kişilerle halledilecekti. Talat Paşa’nın da desteğiyle Kara Kemal kendisine partili bir ekip oluşturdu. Gemi ve trenlerle İstanbul’a hububat taşınması konusu İttihat ve Terakki tarafından verilen izinlerle halledildi. İzinler Cemiyet’e yakın Müslüman tüccarlara dağıtıldı. İaşe işinden sağlanan kârlarla Kara Kemal ve Esnaf Cemiyeti içindeki kurulan şirketlerde büyük toprak sahiplerini ve tüccarları bulunduruyordu. 1918 yılında kurulan Milli İktisat Bankası’nın kurucuları ve sermayesi de aynı çevreden toplandı.
Osmanlı İmparatorluğu kimseden borçlanamadığı için “kaime” adı verilen kağıt paraları piyasaya sürdü ve bu paralar neredeyse ana gelir kaynağı olacak kadar çok kazanç sağlayarak savaşın finanse edilmesini sağladı. 1915 yılında 46 milyon hacme sahip olan bu paralar 1917 sonunda 161 milyon lira hacme ulaşmıştı. Dolayısıyla paraların miktarı arttıkça altının karşısındaki değerleri de düşüyordu. Öyle ki gümüş sikkeler tamamen değersizleştiği için piyasadan kaldırıldılar.
Osmanlı vatandaşlarının alım gücünün savaş öncesi ve sonuna kadarki zaman kıyaslandığı takdirde en az %80 düştüğü görülecektir.
Bugünkü Türkiye topraklarının nüfusu 1914 yılında 16.5 milyon iken, tehcir, mübadele ve savaştaki kayıplarla 1924 yılında 13 milyona geriledi. Neredeyse %20 lik bir azalış göze çarpmaktadır. Gayrimüslimlerin sayısı da %20’den %2’ye kadar gerilemiştir. Bunun bir neticesi olarak yeni kurulan Cumhuriyette özel sektörün önderliğini ülkeyi terk edenlerin topraklarını ve mallarını alan Müslüman-Türk burjuvazisi sırtlanacaktır.
Kaynakça: Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi