HAYATI
Türk şiirine yeni bir anlayış getiren Nâzım Hikmet, dedesi Nâzım Paşa’nın vali olarak görev yaptığı Selanik’te doğdu. Galatasaray Lisesi, Nişantaşı Numune Mektebi’nde okudu. Heybeliada Bahriye Mektebi’ni bitirdi. 1920’de sağlık nedeniyle askerlik mesleğinden ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı. 1921 başlarında Kurtuluş Savaşı’na katılmak amacıyla Anadolu’ya geçti. Bolu’da öğretmen olarak görevlendirildi. Bir süre sonra Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi’ne duyduğu ilgi dolayısıyla, SSCB’ye gitti, Moskova’da siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1925’te Marksist dünya görüşünü benimsemiş olarak Türkiye’ye döndü. Yeni bir anlayışla yazdığı şiirleriyle büyük ün kazandı. Şiirleri, yazıları ve siyasal görüşleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı ve tutuklandı. Son olarak 1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı ( Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı).
1949'da suçsuzluğu konusunda başlatılan kampanya Türkiye'de ve yurt dışında geniş yankılar uyandırdı. 1950'de çıkarılan genel af yasasıyla özgürlüğüne kavuştu. Hapisten çıktıktan sonra karşı karşıya kaldığı yasa dışı baskılar dolayısıyla yaşamını tehlikede görerek yurt dışına çıktı ve SSCB'ye gitti. 1951'de Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığından çıkarılan Nazım Hikmet, Moskova'da öldü. Türkiye'de uzun süre yasaklanan şiirleri 1965'ten sonra yeniden yayımlanmaya başladı.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Nâzım Hikmet, Kurtuluş savaşı yıllarında hece ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerinde ulusal duyguları dile getirdi. Moskova'dan döndükten sonra devrimci şiirlerden esinlenen yepyeni bir şiir anlayışıyla, “serbest nazım” denen akımın öncüsü olarak ortaya çıktı. Biçime ilişkin bütün kuralları bir yana bırakarak dizeleri, söz gruplarını, sözcükleri parçaladı. Şiirin alışılmış konularının dışına taşarak şiir dilini genişletti. 1929'da yayımladığı 835 Satır adlı kitabında topladığı toplumsal içerikli şiirler büyük yankı uyandırdı. Getirdiği yenilik, “Putları Yıkıyoruz” başlığı altında yayımladığı ve eski ünlü şairleri hedefleyen kıyasıya eleştirileri geçmiş şiir geleneği ile bağlarını tümüyle koparmak istediği izlenimini yaratıyordu. Öte yandan anlatım olanaklarını genişletmek amacıyla yer yer düz yazıdan roman ve destan türlerinden yararlanır 1936'da yayınladığı Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı, Divan ve halk edebiyatlarının yeni bir biçim içinde değerlendirilmesinin başarılı bir örneğidir. Cezaevinde geçirdiği 1938-50 arasında Nâzım Hikmet, bir yandan şiirini geliştirirken, bir yandan da yeni denemelere yöneldi. Bu dönemde yazdığı ve 1966-67'de yayımlanan Memleketimden İnsan Manzaraları, Türkiye tarihinin II.Meşrutiyet'ten 2 Dünya savaşı sonlarına kadar uzanan döneminin genel bir görünümün niteliğindedir. Şiir, roman, tarih, öykü, oyun, senaryo türlerinin bir arada kullanılması ile oluşan bu büyük yapıtta çeşitli kesimlerden insanlar başarıyla sergilenmiştir. Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla da yayınlanan Kuvâyı Milliye bu anlayışla yazılmış bir yapıttır. Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldıktan sonraki son dönem şiirlerinde, insana özgü her şeyi konu edindiği görülür. Yurt özlemi, aşk, ölüm, barış bu dönemin başlıca konularıdır. Bu dönemde de yeni arayışlara girmekten vazgeçmemiş, röportaj tekniğinden, uzun mısralardan, zengin çağrışımlardan yararlanmıştır. Türk şiir geleneğinin dışına düşmeden şiirini sürekli yenileyen Nâzım Hikmet'in değişmeyen yanı gelecek güzel günlere olan inancı ve halkına olan bağlılığıydı.
NAZIM HİKMET ŞİİR ANLAYIŞI VE TAHLİLİ
Günümüzde popüler kültürün etkisi ile aşkları ile öne çıksa da Nazım Hikmet eser vermeye ideolojik şiirler ile başlamış ancak hem yaşayıp eser verdiği dönemde hem de günümüzde şairin bu kategoriye giren şiirleri köşede kalmış, görmezden gelinmiştir.
Şiirlerine hece ölçüsü ile başlayan şairin Rusya’da “Açların Gözbebekleri” adlı eseri ile Türk şiirindeki ilk serbest ölçülü şiiri ortaya koymuştur. Rusya’da yaşadığı deneyimlerle (o dönem Rusya’da gerçekleşen tarihi olaylar, öne çıkan edebi akımlar, eğitim aldığı üniversite vs) birlikte şiir anlayışı hem biçim hem de içerik olarak baştan sona değişmişti diyebiliriz. Şairimizin şiir anlayışını genel olarak gözden geçirirsek,
- İlk şiirlerini Cumhuriyet öncesi yıllarda yayımlamıştır, işgal edilen İstanbul ve Anadolu’nun, bu işgale karşı duranları şiirlerinde işlemiştir.
- Başlangıçta hece ve aruz ölçüsüyle yazmaya başlamış, sonra serbest ölçüye geçmiştir. Divan ve Halk şiiri özelliklerini çağdaş bir anlayış içinde kaynaştırmıştır.
- Rus şair Mayakovski’den etkilenmiş ve fütürizm akımını edebiyatımıza taşımıştır.
- Marksist ideoloji yaklaşımını benimsemiştir. Şiirin amacının insanları harekete geçirmek olduğunu düşünmüştür, şiirde toplumsal sorunlardan bahsetmiştir. Bu özelliği onu edebiyatımızda ‘’Toplumcu-Gerçekçi’’ kategorisine yerleştirir.
- Yukarıda belirttiğimiz gibi özellikle günümüzde aşklarıyla, aşk şiirleriyle öne çıkan şairimizin sevgililerine yönelik yazılmış birçok şiiri de vardır. Bu şiirlerin bazılarında şair sadece romantik duygularını yansıtsa da bazı şiirlerinde bu duyguların yanında şairin ideolojisi de ön plana çıkmıştır (bknz. Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri – 5 Aralık 1945). Aşağıda şairimizin eşi Piraye Hanım’a yazdığı ‘’Ben Senden Önce Ölmek İsterim’’ şiirini görüyorsunuz. Okuyacağımız bu şiiri iyice anlamak ve hissetmek için öncelikle ufak bir aktarma yapmamız gerekirse; şiirin temelini, şairimizin Bursa hapishanesinde geçirdiği günlerde eşi Piraye Hanım'dan aldığı bir mektup oluşturur. Şiirin başlığı ve içindeki bazı cümleler, Piraye Hanım'ın mektubundan alıntılanmıştır. Şairimiz, eşinin yazdığı mektubun etkisinde kalarak bu mektubu şiire dökmüş ve sonrasında cevap olarak göndermiştir. Bu şiir, şairimizin serbest uyakla yazdığı bir şiirdir. Şairin eşine karşı olan duygularını, ölüm, aşk, bağlılık (belki de bağımlılık), fedakarlık temalarını içeren bu şiirde sevgilinin ölümüne dayanamayacak kadar sevgilisine bağlı ve öldükten sonra dahi ondan ayrılmak istemeyecek bir aşık üzerinden anlattığını görürüz.
BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM
Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakârlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana
kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak : biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.
Utku Fener - Hacer Nur Özkan