Şerif Hüseyin Ayaklanması
Gazzenin kumundan çokmuş meğer kalleşi
Nasıl sırtından vurur insanı din kardeşi
Dönün yiğitler dönün geri
Türk'e türkten başka dost bulamadım
Filistin Trablusgarp yemen illeri
Hangisini kanım ile sulamadım
Gezdim cephe cephe bütün çölleri
Burnumda tüttü köyümün deli gülleri
Türk'e türkten başka dost bulamadım
Takvimler 1916 yılını göstermekteydi. ŞerifHüseyin önderliğinde bir grup Arap, Cihan Harbi’nin ortasında dindaşları olan Türkleri sırtından bıçaklamaya hazırlanıyordu. Bu aslında Arapların ilk isyan niyeti değildi. 19.yy. da başta Hristiyan Araplar arasında dinî temeli olmayan, tamamen millî temelli bir fikir akımı olarak ortaya çıkmış ve kısa zaman içerisinde tüm Diyar-ı Arap’a yayılmıştı. Milliyetçilik akımı ile birlikte Araplar aslında birçok kez bağımsızlık için isyan girişmelerine başvurmuş ama başarısız olmuşlardı. Lakin bu sefer 600 yıllık imparatorluğun en güçsüz dönemini yakalamışlardı. Kahraman Türk askeri bir yandan Ruslar, bir yandan İngilizler ile savaşmaktaydı. Şimdi ise yıllardır kavmi Necip diye yücelttiği, askerlikten ve vergiden muaf tuttuğu Hicaz Arapları ile Cenk edecekti. İsyanın baş mimarı Şerif Hüseyin, 10.yy.dan beri Mekke’yi yöneten Haşimi ailesine mensuptu. Kendisi 1853 İstanbul doğumludur. Dedesi Muhammed bin Avni’nin son emirliği döneminde Mekke’de ikamet etmiş sonra İstanbul’a geri dönmüştür.1861 yılında babasının ölümü üzerine Mekke’ye dönüş yapıp tahsilini tamamlamıştır.1892 yılında amcası ile yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle İstanbul’a çağrılmıştır.16 yıllık ikametinde birçok bürokratı tanıma fırsatı bulmuş, Osmanlı ülkesinin siyasetini yakından takip etme fırsatı bulmuştur. Aynı zamanda da Arap bağımsızlığını konusundaki fikirlerini geliştirmeye çalışmıştır. Mütevazı bir yaşam sürmeye çalışıyordu ve Aslında entelektüel birisiydi, 2.Abdülhamit dışında kendisini herkese sevdirmişti. Ama aynı zamanda da hırslı ve sinsi bir kişiydi.
O dönemde Haşimi ailesinden birisinin İstanbul’a gönderilmesi ilerde Mekke Emiri olacağının bir alametiydi. Ama 2.Abdülhamid Şerif Hüseyin hakkında sürekli kuşkucu bir tavır sergilemiştir. Hatta Mekke Emiri atandığı gün Sadrazam Kâmil Paşa’ya: “Bu adamı oraya göndermeyiniz, siz onu tanımazsınız, fakat ben bilerek söylüyorum ki, bu Şerif Mekke’de rahat durmayacak, muhakkak devletin başına işlet açacaktır!” demiştir. Nihayet kendisinin Mekke Emiri olarak atanacağı gün gelmişti. Amcası 1904 yılında ölünce emirlik boş kaldı. Şerif Hüseyin emirlik pozisyonu için girişimlerde bulunmuş olsa da kayınbiraderi atandı. Lakin kısa bir süre sonra görevden alınmıştı. O tarihte emirliğe aday 2 kişi daha vardı. Bunlar Şerif Abiduillah ve Şerif Ali Haydar idiler. Şerif Abiduillah atanmış ama Mekke’ye gitmeden İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Bunun sonucunda Şerif Hüseyin “Mekke Emiri” olarak atanmıştır. Şerif Hüseyin’in kim tarafından atandığı da tartışma konusudur.
Her ne kadar kendi öz oğlu Abdullah babasının üst düzey yöneticileri ikna edip atandığını iddia etse bile bazıları İttihat ve Terakki tarafından bazıları ise İngiliz entrikaları ile atandığı iddia etmiştir. Şerif Hüseyin nihayet 1908 yılında Mekke Emiri olarak atandı. Şerif Hüseyin’in Arap Milliyetçisi biri olduğunu Hicaz Bölgesi’nde uçan kuşun bile bildiği bir şeydi. Ama atandıktan sonra Şerif Hüseyin belli bir süre niyetini belli etmemiş, gönderdiği her mektupta güya Osmanlı Devleti’ne gönülden bağlı olduğunu ifade etmiştir. Aynı zamanda da bölgeye gelen valilerin otoritesini tamamen ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Şerif Hüseyin’in emirliğinin ilk dönemlerinde İbn-i Suudve İdrisi’yle karşı Osmanlı ile konjonktürel ittifaklar bile kurmuştur.
Arap toprakları hem Hindistan ticaret yollarının üzerinde bulunduğundan hem de geniş petrol rezervleri sayesinde İngilizlerin dikkatini çekmiş, İngilizler Arap kabilelerini çıkarları için kışkırtmaya başlamıştı. Şerif Hüseyin de neredeyse her Arap önde geleni gibi İngilizlerle anlaşmaya varmıştı. İngilizlerin de desteğiyle Şerif Hüseyin bölgedeki nüfuzunu arttırmış, gizli Arap cemiyetleri ve liderleriyle ilişkiler kurmuş ve halk tarafından birleşik Arap devletini kurabilecek yegâne isim olarak görülmeye başlanmıştı. Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah’ın İngiliz Mısır Yüksek Komiseri Lord Kitchener ve Ronald Storrs ile yaptığı görüşmelerde Arap bağımsızlık idealini anlatmış, Bâb-ı Ali’nin Hicaz Bölgesi’ne gerekli önemi vermediğini ve İttihat ve Terakki yönetiminin babasını görevden alacağını söylemiştir. Her ne kadar İngilizler bu görüşmelerde Arapların yanında dursa da aleni bir şekilde Arapları desteklediklerini ilk başta belirtmemiş ve Abdullah’ın İngilizlerden Bâb-ı Ali’ye nota vermesi isteğini de reddetmiştir. Aynı zamanda da olası bir ayaklanmada babasının yeteri kadar teçhizata sahip olduğunu savunmuştur. Zaman geçtikçe İngilizler, Şerif Hüseyin ile İttihat ve Terakki hükümetinin arasındaki nefreti anlamış, Araplarıdesteklediklerini bu sefer alenen ifade etmişlerdi. Zaman içinde Abdullah ve İngilizler arasındaki dostluk daha da pekişmişti.
İngilizler, hilafet makamını bir nevi bir oyuncak gibi kullanmak istiyorlardı. Bu sebeple, bağımsız ve birleşik bir Arap devleti hedeflemişler ve hilafeti kullanabilecekleri birisine devretme niyetindeydiler. Bu isim, Şerif Hüseyin’den başkası değildi. Osmanlı devleti ise sadece Şerif ‘in değil, neredeyse tüm Arapların bağımsızlık istediğinin farkındaydı. Bu düşünceye karşılık” İttihad-ı İslam fikrini ortaya atsalar da başarılı olduklarını söylemek mümkün değildir.
Silahlanma ve sömürge yarışı yüzünden 1.Dünya Savaşı başlamıştır. Özellikle Balkan Savaşları hezimetinden sonra hasta adam olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu son bir umut olarak bu savaşa katılmıştır. Lakin savaş, Osmanlı’nın aleyhine devam etmekteydi. Bunu fırsat bilen Şerif Hüseyin, isyan etmenin vaktinin geldiğine karar verdi.
Nihayet 8 Haziran 1916’da isyan başladı.Aslında isyandan sadece bir gün önce bu bilgi Türklere ulaşmıştı. Ama Hicaz valisi Galip Paşa bunları ciddiye almamıştı. Aslında bölgedeki komutanlar belki de savaş yorgunluğundan bu gelişmelere karşı önlem alamamışlardı. Öyle ki, bölgede Şerif ‘in milisleri Osmanlı kuvvetlerini çoktan sayıca geçmişti. İsyanın başlamasıyla Suriye ve Hicaz bölgesinde Arap milliyetçisi faaliyetleri yakından takip ediyorlardı. Urfa’da huzursuzluk yaratan Ermeni isyanını bastırdıktan sonra Fahrettin Paşa Cemal Paşa tarafından Medine’yi müdafaa etmek üzere görevlendirildi. Arabistanlı Lawrence ona Ermeni düşmanı diyordu. Mayıs 1916 da Medine’ye vardı. Sokakları temizleme ve tarımsal faaliyetler ile şehri ihya edici girişimleri olmuştur. Bu imar ve ihya faaliyetlerinin başlıca amaçları Medine halkını memnun etmek olsa da asıl amaç askerin morali yüksek tutmak ve olası bir kuşatmada şehirde açlık, salgın hastalık gibi sıkıntıların önlenmesini sağlamaktı. Şerif Hüseyin’in kuvvetleri Taif, Cidde ve Medine ve Mekke ye eş zamanlı saldırmıştı. Mekke şehri, isyan başladıktan çok kısa bir süre sonra, 7 Temmuz’da düşmüştü. Mekke’nin düşmesi Cemal ve Enver Paşalarda büyük bir etki bırakmıştı. Araplar şehirleri kuşatmakla kalmayıp bölgeyi imparatorluktan koparmak için köprüleri, demiryollarını ve iletişim hatlarını tahrip etmekteydiler. Otuz bin kişilik bir güçle saldıran Araplara, ilk etapta ancak altı ila yedi bin kişi karşı koydu. Daha sonra bu sayı yirmi üç bine çıktı. Diğer şehirler birbiri ardına düşerken Medine Arap saldırılarına çok sert bir şekilde mukavemet gösterdi ilk kuşatma girişimleri sonucu Arap birlikleri Medine’den Fahrettin Paşa tarafından püskürtüldü ve dağlara kadar geri çekildiler. Öte yandan birinci dünya savaşı koşulları Osmanlı devletini çok zorluyordu. Kanal ve Suriye-Filistin cephelerinde durum hiç iyi değildi.
Lawrence önderliğindeki isyancılar, Maan, Akabe ve Tebük gibi Medine’nin kuzeyindeki şehirleri ele geçirerek Hicaz demiryolunun kontrolünü tamamen ele geçirdiler. Böylece Türk ordusuna olan destek tamamen kesildi. Bu durum askerimizin uzun bir süre kemik tozu, hurma ve hurma çekirdeğinizden yapılmış ekmek ve çorba çeşitleriyle beslenmesine yol açtı.Tam hurma kaynakları da tükenecekken şehri çekirge bastı.Bu durum askerin moralini altüst etmişti.Zaten hurma kaynakları tükenmeye başlamıştı, şimdi de çekirgeler az kalan hurma ağaçlarını kemirip yok edecekti.Ama Fahrettin Paşa çekirge yemenin helal olduğunu, Hz.Peygamberin de zor zamanlarda çekirge yediğini ,çekirgenin serçe kuşununa benzediğini söylemiştir.Çölün ortasında kahraman Türk askeri çölün ortasında çekirgeyle besleniyor ama Hz.Peygamber’in kabrini bırakmıyordu. Harbin en çetin anlarında iken Fahrettin Paşa’nın Mescidi Nebevi hutbesi tarihe şu satırlar ile geçti: “Ey İnsanlar! Mâlûmunuz olsun ki yiğit ve kahraman askerlerim; bütün İslâm’ın sırtını dayadığı yer, mânevî gücün desteği, Hilâfet’in gözbebeği olan Medine’yi son kurşununa, son damla kanına, son nefesine kadar muhafazaya ve müdafaâya memurdur. Buna Müslümanca, askerce azmetmiştir. Bu asker, Medine’nin enkâzı ve nihayet Ravza-i Mutahhara’nın yeşil türbesi altında, kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saâdet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır! Allahu Teâlâ bizimle beraberdir! Şefaâtçimiz O’nun Rasûlü, Peygamber Efendimiz’dir. Ey bütün tarihi eşsiz kahramanlar, şân ve şerefle dolu Osmanlı ordusunun yiğit zâbitleri! Ey her cenkte cihanı titretmiş, asla kimseye boyun eğmeyerek dâima namus ve din borcunu kanıyla ödemiş yiğit mehmetçiklerim, kardeşlerim, evlatlarım! Gelin hep beraber Allah’ın ve işte huzurunda huşû ve aşk içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamber’in karşısında, aynı yemini tekrar edelim ve diyelim ki: Ya Rasûlullah! Biz Seni bırakmayız!” Osmanlı orduları Halep’in kuzeyine kadar geri itilince Mondros Mütarekesi imzalandı. Tüm kıtalar en yakın itilaf kumandasına teslim olmalıydı. İki yıl yedi ay süren kuşatmanın ardından Osmanlı karargâhında Fahrettin Paşa’ya güçlü bir muhalefet doğdu.Artık askerin ne savaşacak gücü ne de olanağı kalmıştı. Ordunun artık dayanacak gücü kalmamıştı. Paşanın bir delilik yapacağından korkan Osmanlı kurmayları bir kumpas kurup paşayı tutukladı ve teslim olundu. 11 Aralık 1919 da Medine düştü.
Şerif’in oğulları Emir Ali ve Emir Abdullah şehre girdi. Aynı yıl Fahrettin Paşa’nın 30 sandığa 745 kalem eser olmak üzere, kutsal emanetleri gizli yollarla İstanbul’a göndermesi Arap dünyasında çokça tartışılmıştır. Ancak, paşa ne olur ne olmaz çetin harp koşulları esnasında onlara bir zarar gelmesin diye bunu yapmıştır. Eğer bunu yapmasaydı, belkide kutsal emanetler şu an British Museum’da sergilenecekti. Yine bir tartışmalı konu ise paşanın Medine halkını Anadolu’ya sürdüğü iddiasıdır. Evet belki halkın bir kesimi mallarını kaybetti fakat can güveliği sağlanmış oldu. Şerif Hüseyin kuvvetleri daha sonra kuzeye doğru genişlemek istemişlerdir. İsyandan sonra da Şerif Hüseyin bölgedeki diğer Arap liderlerinin desteğini alarak, Arap topraklarında kendi hâkimiyetini kurmak istemiştir. İngilizlerin desteğiyle oğlu Emir Abdullah Ürdün Kralı, Emir Faysal ise önce Suriye daha sonra da Irak Kralı olmuştur. İngiltere’nin amacına ulaşmasından sonra, Şerif Hüseyin ile arasındaki anlaşmazlıklar artmıştır. Özellikle İbn-i Suud’un bir güç olarak ortaya çıkmasıyla birlikte İngiltere, bölgede İbn-i Suud’u desteklemiştir. İbn-i Suud ise Şerif Hüseyin’in kurduğu Hicaz Haşimi Krallığı’na son vermiştir. Bugünkü Suudi Arabistan devletinin temelleri böyle atıldı. Şerif Hüseyin ise daha sonra Amman’da bulunduğu sırada 1931 yılında ölmüştür.
Kaynakça:İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI
Yüksek Lisans Tezi
Şerif Hüseyin İsyanı
İsmail GÜMÜŞ
2501100056
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ali ARSLAN
İstanbul 2013
VAKANÜVİS- Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi/ International Journal of Historical
Researches, Mart/March 2017, Yıl/Vol. 2, No. 1 ISSN: 2149-9535
Şerif Hüseyin’in Mekke Emirliği’ne Atanma Sürecinde Ailesiyle
İstanbul’da Geçirdiği Yıllar
Taha Öztürk*
HATIRALAR IŞIĞINDA ŞERİF HÜSEYİN İSYANI VE HİCAZ
CEPHESİ
UMUT AKCAKAYA* & ERDAL AYDOĞAN**
Feridun Kandemir Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası
Yatağında ölmeyen lânetli hanedan, Murat Bardakçı