Kalemim size, kaleminiz çocuklara miras kalsın
Uğur Mumcu
24 Ocak Pazar günü saat tam 13.26’da Uğur Mumcu, evinden çıktı. Eşiyle birlikte bir hasta ziyaretine gideceklerdi ama o her zaman olduğu gibi kuşkulu ve kaygılıydı. “Son aylarda sık sık tehdit alıyorum. Bir şey olacak.” diyordu.Bir şeylerin geldiğini biliyordu. Temkinliydi. Sokağa çıkar iken eşine “sen bekle, ben arabayı ısıtayım.” dedi. Amacı muhtemel bir tehlikeden ailesini korumaktı. Nitekim arabasına ulaştığı zaman korktuğu başına geldi. 50 yııllık bir yaşam, 30 yıllık bir mücadele böyle son boldu. Hukuk fakültesinin devrimci asistanı, 12 Mart’ın Sakıncalı Piyade’si, Cumhuriyet gazetesinin usta kalemi böylece susturuldu. Geriye onlarca kitap, yüzlerce makale ve boş bir sütun kaldı. Ertesi gün tüm basın “susmayacağız!” diye haykırdı.
Uğur Mumcu’nun sadık okurları, onun bu dört konudaki araştırmaları ile gündem haline geldiğini düşünüyorlardı:
İlki silah kaçakçılığı idi.Mumcu, uyuşturucu ve silah kaçakçılığının uluslararası bağlantılarını ve kaçakçılık ile terör arasındaki ilişkiyi ortaya çıkardı. Abdi İpekçi’nin katili Ağca’nın kaçakçılık mafyası ve Bulgarristlan ile ilişkilerini belgeledi. Bu konuya Papa Mafya Ağca ve Saklı Devletin Güncesi Çatlı vs. Kitaplarında yer vermişti.
Türkiye, kaçakçılık trafiğinin neresinde yer alıyor, para hangi örgütlere akıyor, bu paralarla desteklenen terör nasıl tırmandıralıyor konuularını yanıtladı.
Mumcu’nun ikinci hedefi kontrgerilla idi. 12 Mart’ta kendisi de sorgulanan Mumcu, askeri darbe dönemlerindeki işkenceli günleri gündeme getirmiş, Amerika’nın MİT görevlilerin aylıklarını verecek ölçüde Türkiye’nin gündemine girdiğini yazmıştı. Devlet içinde örgütlenen kontgerillanın karanlık yerlerine dikkat çekmişti. (Saklı Devletin Güncesi Çatlı vs. kitabı)
Mumcu’nun son günlerde en dikkat çekici çalışması ise henüz yayımlanmayan son kitabıydı. Bu kitapta Mumcu, PKK - MİT bağlantısı üzerinde duruyordu. Yakınlarına Abdullah Öcalan’ın MİT’in adamı olduğunu söylemişti. Mumcu’nun bu bulguları her iki tarafta da tedirginlik yaratmıştı. (Kürt Dosyası kitabı)
Ve şeriatçılar... Uğur Mumcu, şeriat örgütü Rabıta’nın yurt dışındaki Türk din adamlarının aylıklarını ödediğini ortaya çıkarınca büyük tartışma yaratmıştı. (Rabıta kitabı)
İmam hatip mezunlarının harp okullarına alınmasına karşı çıkıyordu. Devlet kademelerinin dini çevreler tarafından kuşatılacağını yazıyor, bu gidişle laikliğin ruhuna el fatiha okuyacağız diyordu. (Tarikat Siyaset Ticaret ve Arap Siyaseti kitapları) Gerek suikasti üstlenenlerin dini örgüt olması gerekse de cenazede atılan sloganlar kuşkuları radikal İslamcılar üzerine yoğunlaştırdı. Gözler, yurt dışuna, Köln’de kurulan İslam Federe Devleti’ne çevrildi.
Federe İslam Devleti’nin kalbi Köln’ün merkezindeki Ulu Camii de atıyor. Cemalettin Kaplan, müslümanları kendi kurduğu devlete bu camiiden çağırıyordu. Kendilerinden olmayanlara tehditler, bu camiiden savruluyor. Uğur Mumc ile ilgili suikastin şüphesi bu camiide toplanıyor. Cemalettin Kaplan’a göre en büyük düşman Kemalistler idi.
“Topu cümleniz gelsin. Paşalarınız gelsin, öğretmenleriniz gelsin, Diyanet’in adamları gelsin, savcılar ve hakimler gelsin, parti liderleri gelsin. Gelsinler şu Kemalizm’i bitirsinler. Yoksa Cemallettin Hoca bunların hepsinin işini bitirecek.”
Cemalettin Kaplan
Suçlanmalarının diğer bir nedeni daha vardı. Onları Türk kamu oyuna tanıtan Uğur Mumcu idi. Mumcu 1987 yılında Örsan Öymen ile birlikte gerçekleştirdiği bir araştırma ile kamuoyunu Kaplan ve yandaşlarına karşı bilinçlendirmişti ama suikastin gerçek nedeni bu kadar basit olamazdı. Olayı Kaplancılar üstlenmemişti. Eyleme sahip çıkan 3 şeriatçı örgüt vardı:
İBDA-C
İslami Kurtuluş Örgütü
İslami Cihad
Uzmanlara göre akıncıların bu eylemde payı yoktu. Bombayı yerleştiren İslami Kurtuluş, hedefi belirleyen ise İslami Cihad idi.
İslami Cihad, aslında bir örgüt değildi. Bir koalisyon, bir slogandı. Merkez üsleri ve kampları Bekaa Vadisi’nde yer alan, irili ufaklı birçok şeriatçı terör grubundan oluşuyordu. Bu örgütler ortaklaşa giriştiği eyleme İslami Cihad imzasını atıyorlardı.O imzayı atmaları için hepsinin ortak bir düşünceleri vardı: Hepsi Şii, hepsi İran İslam Devrimi’nden sonra kuruldu, hepsi Devrim Muhafızları’ndan destek görüyordu, hepsi Fars bazı subaylar tarafından eğitiliyodur, hepsi devrim inancı ile çalışıyordu.
Bu ortak özellikleri ve ortak amacı paylaşan yani İslami Cihad’ı oluşturan örgütler ise şöyle sıralanıyordu:
İslami Emel
İslami Dava Partisi
İmam Hüseyin İntihar Komandoları
Cundullah (Allah’ın Askerleri)
El Fecir Kuvvetleri
Kara Tugaylar
Müfreze 5000
Hizbullah (Allah’ın Partisi)
Uğur Mumcu’nun cenaze töreni adeta gövde gösterisine dönmüştü. Yüz binlerce insan
yağmur, çamur demeden sokaklara döküldü. Sağcı - solcu birleşip tek bir amaç uğrunda toplandılar. Uğur Mumcu, bir anda laikliğin, demokrasinin ve devleti göreve çsğırmanın simgesi oluverdi.
“Henüz Hizbullah mı köktendinciler mi suçludur, bu belli olmadığı halde suçlayıcı parmağını din sömürücülerine ve dışarıdan Türkiye’ye laik aleygtarı akımları sokmak isteyenlere yöneltmesi halkın bence çok önemliydi.Uğur Mumcu olayında kesin suçlu onlar mıdır değil midir bilmiyoruz. Kesin ortaya çıkmadan da kimseyi suçlamak istemem ama halkın en büyük tehlikeyi orada görmüş olması çok önemliydi. Bir de şunu eklemek isterim: Uğur Mumcu’nun ölümü, Atatürk’ün ölmediğini gösterdi.”
DSP Genel Başkanı
Mustafa Bülent Ecevit
Aslında en anlamlı sahnelerde cenaze namazında yaşandı. Yüz binlerce kişi hem laikliği savundu hem de ezan dinleyerek Uğur Mumcu’yu dualarıyla uğurladılar. Laiklik ve müslümanlığın çelişmediğini Mumcu’nun tabutu önünde bir kez daha herkese gösterdiler. Halkı birleştiren bu önemli tepkinin bir diğer nedeni de daha önceki cinayetlerin karanlıkta kalmasıydı.
“Atatürkçü yazarlar, çağdaş, demokratik düzen için mücadele veren yazarlar, kalemler tek tek vurulmakta. Bunları devlet olarak, hükümet olarak katillerinin bulunup hesap sorulmasını istiyoruz.”
Türkiye faili meçhul cinayet kavramıyla yeni tanıştı. Belki de bu yüzden son yıllardaki karanlık cinayetlerin üstündeki örtü kaldırılamıyor. Oysaki bunun basit bir ön koşulu var. Her bir ipucunun adeta iğneyle kuyu kazılarak, titizlikle değerlendirilmesi gerekiyor. Oysa 24 Ocak günü, bu sokakta Uğur Mumcu cinayetinden hemen sonra gördüklerimiz hiç de böylesine titiz bir değerlendirmeye benzemiyordu. O gün kanıtlar toplanmadı adeta kanıtlar yok edildi. Suikastten hemen sonra olay yerine gelenler sayısız polis, gazeteci ve meraklının Mumcu’nun parçalanan arabasının çecresinde gezindiğini gördüler. Yerler, kanıt olabilecek irili ufaklı parçalarla doluydu ve İçişleri Bakanı Sezgin’in de belirttiği gibi önemsiz görünen bir saç teli, bir ayak izi bile cinayetin çözülmesinde yardımcı olabilirdi. Bölgenin hızla boşaltılıp uzmanlarca incelemeye alınması gerekirken tersine tam bir kargaşa yaşanıyor.Bazı görevliler, başbakan gelecek diye yerdeki çalı süpürgesiyle yerleri süpürmeye başladılar. Daha sonra başbakan limuzini ve korumalarıyla kanıtların üzerinden geçti. Geriye kalan son parçalar ise birkaç görevli tarafından orada bulunan çöp torbalarına gelişigüzel doldurarak götürüldü.
“Olacak iş değil. Olay yerine gelişigüzel kişiler in girip çıktığını görüyorum. Bunların uzaktan yakından polisle hiçbir ilgisi yok. Birçok görevli var. Hatta gördüğüm kadarıyla sayın bakanla, koruma görevlileriyle gelmişler. Dolayısıyla polisin çalışması son derece güç bu şartlar altında. Olay yerinde toplanan bu delillerin biraz gelişigüzel toplanması hoşuma gitmedi, diyebilirim.”
Ergun Gökdeniz
İstihbarat Daire Başkanı
Bu kargaşa yapılan açıklamalara da yansıdı. Önce arabanın kontağın çevrilmesi ile patladığı söyledi. Sonra kontak anahtarı Mumcu’nun cebinde bulundu. Bunun üzerine polis, uzaktan kumandalı bir bomba ihtimalini değerlendirmeye başladı ama bütün teorileri çökerten acı gerçeği 24 saat sonra Ankara Emniyet Müdürü açıkladı.
“Anahtarlar delil toplama esnasında bulunmuş ve aceleyle görevliler tarafından Mumcu’nun cebine koyulmuştu.”
Olayın endişe yaratan bir başka yanı ise polis kulübesi idi. Olay yerine 50 metre mesafedeki kulübede görev yapan polis Mumcu’nun orada oturduğunu bilmiyordu.
“Bir bakıyorsunuz aynı olayı araştıran 5 tane rakip oluşuyor. Rekabet bir yerde iyi ama şimdi diyelim ki bir ekip bir delil buldu. O, ona vermezse bunu bu koordinasyon nasıl sağlanacak? Benim burada işaret etmek istediğim nokta bu rekabetin ortadan kalkması lazım.
Ergun Gökdeniz
İstihbarat Daire Başkanı
Bu failler bulunamaz halkın güveni kazanılmazsa nice mumlar sönecek ve biz yine aldırmayacağız.
Vefatının 31. yıl dönümünde geriye bir keskin kalem, bir kırık gözlük bırakan Uğur Mumcu’yu saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz, arıyoruz...
Uğur Mumcu’nun kitaplarından alıntılar:
Öcalan, Kızıldere olaylarıyla Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idam cezalarının infazını önlemek için yapılan gösteriye katılmıştı. Doğan Fırtına’nın konuşmasıyla birliktw bildiriler dağıtılmıştı. Öcalan, 31 Mart 1972 günü, Ankara Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Asistanı Doğu Perinçek’in liderliğindeki Türkiye İhtilalci Komünist Partisi tarafından yayımlanan Şafak Bildirisi’ni SBF’de dağıtmak suçuyla gözaltına alınmış ve tutuklsnmıştı.
(UMAG Vakfı, Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, SBF’de Şafak Bildirisi Dağıtılıyor, Sayfa 7.)
Mahir Çayan ve arkadaşlarının Tokat’ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde güvenlik güçleri tarafından 31 Mart 1972 günü öldürülmeleri, Çayan’ın 1971 yılında kurduğu THKP-C olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephe örgütünün ortadan kalkmasına yol açmamıştı. Çayan’ın görüşleri İhtilalin Yolu ve Kesintisiz Devrim I - II - III başlıklı iki kitapçık ve Bütün Yazılar başlıklı bir kitapta yayımlanmıştı.
Mahir Çayan’ın bu görüşlerinib odak noktalarından biri siyasal bilgiler fakültesiydi. Abdullah Öcalan’ı da İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Ankar Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne çekwn temel dürtü belki de buydu. Çayan’a hayrandı.
Öcalan, SBF’de kendisini Çayancı olarak adlandırılan öğrenciler arasında bulundu. Bu yüzden ilk eylemi, Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi üzerine gerçekleşti. Tutuklandı ve yargılandı. Ein kaynağı Çayan’ın düşünceleriydi. Çayan, silahlı eylemleri tek yol olarak görüyordu. Öncü savaşı ve silahlı propaganda olmadan devrim yapılamazdı. Bunlar için de parti kurmak gerekiyordu. Tıpki Mahir Çayan gibi! Neydi Çağan’ın görüşleri? “Kitle önce silahlı devrim cephesine sempati duyacaktır ama özünde büyüttüğü merkezi devlet otoritesinden dolayı silahlı devrim cephesinin ezileceği düşüncesiyle eylemleri tereddüt ve büyük merakla izleyecektir. Gerilla savaşının başarıyla yürütülmesi üzerine görecektir ki silahlı devrim cephesi, önemli bir güçtür. Yıkılmaz ve yok olmaz. O zaman sempati güvene dönüşecektir. Bu ikinci evredir. Güvene dönmesi, çoğunluğun desteğinin kazanılması demek değildir ancak gerilla savaşı devam ve istikrar kazandıktan sonra güven yavaş yavaş desteğe dönüşecektir.”
Evet, isteği buydu. Parti kurmak ve silahlı eylemleri bu parti aracılığı ile yönetmek istiyordu. Öcalan, o günlerde Mahir Çayan’ın kitaplarını ve yazılarını okur ve çevresindekilere “Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in gerilla yöntemlerini birleştirmek gerektiğini” söylerdi. Aradan yıllar geçecek, PKK’nın Almanya’da yayımlanan “Berxwedan” adlı gazetesinde PKK’nın Çayan liderliğindeki TKP-C örgütünün devamı olduğu ileri sürülecekti.
“Bir grup olarak 1973’ten itibaren şekillenip gelişen PKK hareketi ‘71 devrimciliğini inceleme ve onun direnişçiliğini özümseme temelinde, yenilgiye temel olan hata ve yetersizlikleri aşmaya çalışıp her alanda bütünsel bir devrimci gelişme sağlayarak vücut buldu. Öte yandan TDKP - DDKO eğiliminin sahte milliyetçiliğini bertaraf edip yurtseverliği özümseyerek ve canlandırıp geliştirerek ilerleme sağladı. (...) Türkiye’de daha sonra kesintiye uğrayan 71 direnişçiliği 75’lerden itibaren en somut ifadesini PKK’da buldu.”
Abdullah Öcalan, 1973 yılında bir bahar günü, birkaç arkadaşıyla birlikte Ankara’da Çubuk Barajı’na gidiyor, parti kurup gerilla yöntemleriyle ayaklanma hazırlanmak gerektiğini anlatıyor ve PKK’nın temelini atıyordu. Öcalan, bu toplantıları Dikmen’de Kamer Özkan’ın evinde sürdürdü. Kamer Özkan, sonradan bir çevreden koptu. Türkiye’den ayrılarak Almanya’ya yerleşti. PKK’lılar Özkan’ın “MİT ajanı” olduğu ileri sürdüler. MİT ajanı mıydı? Bunu bilmeye olanak yoktu. Baraj ve Dikmen toplantılarında PKK’nın tohumu atılıyordu.
(UMAG Vakfı, Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Mahir Çayan ve Öcalan, Sayfa 15 - 16 - 17.)
Öğrenci eylemlerine karışan öğrencilerin bursları kesilir miydi? O güne kadar hiçbir öğrenci eylemine karışmamıştı. Üstelik SBF’deki hocaları da kendisini çok seviyordu. Gereken başvuruyu yaptı. Burs almak için yüksek öğrenitimin birinci sınıfında 21 yaşını geçmemiş olma koşulu aranmaktaydı. Öcalan, burs bağlandığı günlerde 22 yaşındaydı. Burs alan öğrencinin sonradan”Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mevzuatına göre memleket için zararlı sayılan faaliyetlere katılamaz diye yönetmelik maddesi haline dönüştürülen kural gereğince hiçbir öğrenci eylemine karışmaması gerekiyordu. Öğrenci eylemine katılan öğrencilere burs bağlanması o gün için çok olanaksızdı. Cezaevinden çıktı, busu aldı. Burs hiç aksatılmadan 01.11.1971 gününden 01.11.1974 gününe kadar üç yıl süreyle ödendi. Bakanlık bursu, devamsızlık nedeniyle 31.10.1975 günü kesildi. 1984 yılına kadar bues borcu ne Öcalan’dan istendi ne kefillerden.Abdullah Öcalan’ın öğrencilikle ilişkisinin kesilmesine karar verdi. Gerekçe: “Yasal süre içinde mezun olma olasılığının bulunmaması...”
Bursun yasal faiziyle birlikte tutarı, 1985 yılında 27 bin 105 TL olmuştu. Bakanlık, Abdullah Öcalan adresinde bulunmayınca, buursun ödenmesi için kefili olan babası Ömer Öcalan’a başvurdu. Burs borcu, Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan tarafından 17 Ekim 1985 günü Şanlıurfa ili Halfeti ilçesi Mal Müdürlüğü’ne yatırıldı. Dosya bundan sonra işlemden kalktı.
(UMAG Vakfı, Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Burs Alıyor, Sayfa 13 - 14 - 15. )
Şanlıurfa Halfeti ilçesi Askerlik Şubesi’ne İstanbul Hukuk Fakültesi’nden 2 Ağustos 1971 tarihinde öğrenci lduğunu bildiren yazıyı gönderince rahat nefes almıştı. 25 Eylül 1970 günü son yoklamasını yaptırdı. 1971 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu.
18 Temmuz 1972 günü yeniden son yoklama çağrıddo alıyordu. Üstelik tutukluydu. Ya mahkum olursa? Ya fakülteden bu nedenle kaydı silinirse? 30 Haziran 1972 günü Ankara Mamak 2 No.lu Askeri Cezevi’nden salıverilmesini isteyen yazıydı.
Dekanlıktan Halfeti Askerlik Şubesi’ne gönderilen 4vAğustos 1972 günlü yazı ile askerlik şubesinden 24 Ağustos 1972 tarihinde erteleme kararı aldı.
Abdullah Öcalan, 24 Ekim 1972 günü salıverildi. Bir yıl sonra Halfeti Askerlik Şubesi, SBF Dekanlığından 24 24 Ocak 1973 günlü yazı ile Öcalan’ın askerlik durumunu sordu. Dekanlıktan 30 Ocak 1973 günü “1.sınıfta bütünlemeye kaldı.” yanıtı verildi.
10 Ağustos 1973 günü SBF Dekanlığından askerlik şubesine gönderilen yazıda Öcalan’ın 2. sınıftan 3. sınıfa geçtiği bildiriliyordu. Bu yazı üzerine Öcalan’ın askerlik görevine başlaması, İlçe İdare Kurulu Kararı ile bir yıl daha ertelendi.
4 Haziran 1974 tarihinde Abdullah Öcalan’a son çağrı pusulası gönderildi. SBF Dekanlığından askerlik şubesine gönderilen 28.11.1974 tarihli yazıda Öcalan’ın 4. sınıfa geçtiği belirtildi. Bu yazı üzerine 11.12.1975 günü yeniden erteleme kararı verildi.
14.09.1976 günü yeniden son yoklama çağrı pusulası çıkarıldı. 7 Ocak 1977 günü SBF Dekanlığından dördüncü sınıfa geçtiğini gösteren bir yazı daha gönderildi. Bu yazıdan sonra Öcalan’ın askerliği yeniden bir yıl daha ertelendi.
(UMAG Vakfı, Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Askerlik Erteleniyor, Sayfa 13 - 14 - 15. )
Askerlik şubesi Öcalan’ı adım adım izliyordu. 26 Temmuz 1977 günü yeniden son yoklama çağrısı göndermişti ancak izini kaybettirmeyi başardı. Bu yüzden son çağrı pusulası kardeşi Mehmet Öcalan’a tebliğ edildi. 26 Eylül 1978 gününden sonra da yoklama kaçağı aranmaya başladı. Özellikle o günlerde Diyarbakır’da idi. Diyarbakır Ofis Mahallesi’nde eşi Kesire ile Günaydın Apartmanı’nda kalmakta, evde günlerce kitap okuyordu.Diyarbakır’da en yakın dostlarından biri Enver Polat adlı Huruçlu eski astsubaydı. Bir de yedek subaylığını Eskişehir’de yaptıktan sonea Diyarbakır’a yerleşen Ferhat Tomutay... Astsubay Polat, silahlı kuvvetlerden çıktıktan sonra Diyarbakır’da kum ticareti yapıyordu. Öcalan’ın “Pilot Necati” diye bilinen bir astsubay arkadaşı daha vardı. Ağrılı Pilot Necatı, Antalya’da ilaçlama uçuşları yapan uçaklarda çalışmaktaydı.
Kesire Yıldırım kimdi? Tunceli Harekatı olduğu zaman devlet yanlısı ve CHP’li Ali Yıldırım’ın kızıydı.
(UMAG Vakfı, Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Kesire Yıldırım ile Evleniyor, Sayfa 17 - 18. )
Elverdi, (O günlerde Ali Paşa diye bilinirdi) Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkındaki idam kararını imzalarken, AP iktidarı hakkında şunları yazıyordu :
«Ekonomik sıkıntı, buhran, politik tutarsızlık, 26 milyonluk birader yolsuzluğu söylenti ve çalkantılarının ve şayialarının gün ışığına çıkması yolundaki çabaların baltalanması, engellenmesi yolundaki ayak oyunları...»
Elverdi, «Türk Milleti adına» verdiği kararda De- mirel biraderleri yolsuzluklara bulaşmakla ve ayak oyunları yapmakla suçladıktan sonra 27 Mayıs Anayasasını şöyle övmekteydi:
«Anayasanın getirdiği yeni müesseseler ve kitleyi baskı grupları, sosyolojik kavramlarla ulusumuzun hayatında ve kişilerin yaşantısında gerçekten bir (Devrim çığırı) olmuştur.»
(Tekin Yayınları, Uğur Mumcu, Büyüklerimiz, Türk Napolyonu Ali Elverdi, Elverdi’nin Yıldızı Parlıyor, Sayfa 34.)
NOT: Ali Elverrdi, Deniz Hüseyin Yusuf denilen darağacında üç fidanın idamını onaylayan hakimdir.)
Alparslan Türkeş’in MHP Genel Merkezi’ndeki odasında ele geçen askeri savcı ve yargıç listelerindeki değerlendirmeler.
Artı işaretli askeri yargıçları:
Hakim Yüzbaşı Osman Şimşek, Hakim Binbaşı İlhami Uğur Yılmaz, Hava Hakim Yüzbaşı Necmettin Özkan, Hakim Binbaşı Yılmaz Özcan, Hakim Albay Hüseyin Garip, Hakim Binbaşı Muhteşem Savaşan, Hakim Albay Necati Karakış, Hakim Albay Durmuş Aksen, Hakim Yüzbaşı Münip Emre, Hakim Yüzbaşı Fikret Cengiz, Hakim Binbaşı A. Tektaş Bayazıt, Hakim Yüzbaşı Enver Karakuş, Deniz Hakim Binbaşı Muammer Özsüt, Hakim Binbaşı Taner Candemir, Hakim Binbaşı Demir Akarsu, Hakim Yüzbaşı F. Sezer Başaran, Hakim Albay Mehmet Aydın, Hava Hakim Binbaşı M. Tahir İlhan, Hakim Muzaffer Kibritçioğlu, Hava Hakim Binbaşı Faruk Kalaç.
Eksi işaretli askeri yargıçlar:
Hakim Albay Hamdi Sevinç, Hakim Binbaşı Vural Özenirler, Hava Hakim Binbaşı Hikmet Üstün Günsan, Hakim Albay Nevzat Beygo, Hakim Albay Refik Karaca, Deniz Hakim Albay Saydam Erdok, Hakim Yüzbaşı Saim Öztürk, Hakim Binbaşı Levent Akyüz, Hakim Albay Güner Özer, Hakim Binbaşı Önder Barlas, Hava Hakim Albay Hayrettin Uğrasız, Hakim Albay Rıdvan Kaftan, Hakim Binbaşı Mustfa Güzel, Hava Hakim Yüzbaşı Okan Yalçınkaya,
Hakim Albay Hikmet Hacımirzaoğlu, Hakim Yüzbaşı Ali Kurşun, Hakim Binbaşı Aydın Kalpakçı, Hakim Albay Remzi Şirin, Hakim Yüzbaşı Sezai Aydınalp, Hakim Binbaşı Gün Soysal, Hakim Binbaşı Basri Özgenç, Hakim Albay Edip Gültekin, Hakim Albay Besim Doğuşlu, Hakim Yüzbaşı Seygettin Yalçın, Hakim Tuğgeneral Muzaffer Gucur, Hava Hakim Albay Cemal Algan, Hakim Albay Fahrettin İçel, Hakim Albay Süleyman Yıldıran, Deniz Hakim Yüzbaşı Tevfik Odman, Hakim Yüzbaşı Ersin Eserol, Hakim Albay M. Emin Menteşeoğlu, Hakim Albay Selçuk Akın, Deniz Hakim Turhan Akınalp, Hakım Yüzbaşı M. Erdal Şenel, Hakim Binbaşı Olcay Mis.
MİT’te görev yaparken yakın çalışma arkadaşlarından biri Şahap Homris’ti. MİT Hukuk Müşaviri olan Şahap Homris, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in dünürüydü. Homris’in oğlu Türkeş’in kızlarından biriyle evliydi. Homris, MİT’ten ayrıldıktan sonra Türkeş’in avukatlığını üstlenmişti. Acaba Ergun ile Homris arasında MİT’teki götrblerinden kalan bir dostluk söz konusu muydu? Bunu bilemiyoruz. Bildiğimiz 12 Eylül’den sonra MHP Genel Merkezi’nde yapılan aramalarda Türkeş’in çekmecesinde ele geçen belgelerin Recep Ergun tarafından görüldüğüdür. Bu belgelerden biri çok ilginçtir. Okuyalım:
1 Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bulend Ulusu, 18 Ağustos 1980’de emekli oluyor.
2. Arif Akdoğanlar 3 yıllık oramiral, koramiral iken Donanma Komutanı, oramiral iken 1 yıl askeri şura üyeliği, oramiral iken 2 yıl MGK Genel Sekreterliği. Halen MGK Genel Sekreteri’dir.
3. Oramiral Nejat Tümer: 2 yıllık oramiral, koramiral 2iken 2 yıllık Donanma Komutanlığı, oramiral iken 2 yıl Donanma Komutanlığı. Halen 4 yıllık Donanma Komutanıdır.
İstenen:
Halen Donanma Komutanı olan Oramiral Nejat Tümer’in Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasıdır.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 4. sırada bulunan, halen de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı olan ve terfi sırasında bulunan tek Koramiral Nejat Serim’in terfi ettirilerek Donanma Komutanlığı’na getirilmesi.
Not:
1. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı kadrosunda 2 oramiral vardır. Bülend Ulusu’nun görev süresi 1 yıl uzatıldığı için üst kademede denge bozulmuştur.
2. Şayet Arif Akdoğanlar Denizz Kuvvetleri Komutanı yapılırsa Koramiral Nejat Serim’in kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilmesi gerekecektir. Çok değerli bu amiralin böyle bir durumu olduğu takdirde emekli edilmemesi, 1 yıl beklemeye alınması
3. Oramiral Nejat Tümer, Deniz Kuvvetleri Komutanı olursa Oramiral Arif Akdoğanlar otomatikman emekli olur. Nejat Serim de otomatikman amiral olur.
Bu rapor, MHP’nin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı için Nejat Serim’i istediğini ortaya koyuyor. Nejat Serim, 12 Eylül döneminde bir ara Kocaeli’de sıkıyönetim komutanlığı yaptı. Daha sonra Milliyet gazetesinin yönetim kurulunda görev aldı.
(UMAG Vakfı, 12 Eylül Adaleti, Türkeş’in Deniz Kuvvetleri Planı, Sayfa 13 - 15.)
Her şeyin sahtesi var. Paranın sahtesi var. Tablonun sahtesi var. Altının, gümüşün, elmasın sahteleri var.Var oğlu var! Peki dinin ve ideolojilerin de sahteleri yok mu? Olmaz olur mu hiç? Var. Dinin sahtesi, siyasete karışmış olanıdır. Din duygularının ve dince kutsal kavramların siyaset adına kullanılması ile din, din olmaktan çıkar, siyasetin aracı olur. Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din de her ikisine araç edildi mi, artık bu sömürünün sonu gelmez! Din ticareti ile meşgul olanlara bakın, hemen hemen hepsi milyarder. Yalnızca Türk Lirası ile milyarder değil bunlar; dolar milyarderi, mark milyarderi olmuşlardır birçoğu. Oh ne kolay! Çek bir besmele, gelsin paralar. Finans kuruluşları, şirketler ve bunlar aracılığı ile kazanılan milyarlar. Bir kolumuz siyasette, öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda.. Elhamdülillah Müslümanız, elhamdü-lah milyarderiz!
Bir üçgen bu... Ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni...
Bunlar dindarın sahtesidir. Yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenlerdir. İnanç sömürücüleridir.Atatürk'ün laiklik ilkesinin ne kadar yararlı, ne kadar gerekli olduğunu, bu din sahtecileri ortaya çıkınca daha iyi
anlıyoruz.Kim savaşacak bunlarla? Laiklik ilkesi, sahte Atatürkçülerle, sahte müslümanların aralarında paylaşacakları bir koz değildir.
(UMAG Vakfı Uğur Mumcu, Tarikat Siyaset Ticaret, İmambayıldı, Sayfa 1.)
Eyüboğlu’nun kitabının 259. saygsdında oğlu Florya’da plaj işleten bu ikinci Süleymancılık tarikatı kurucusu Süleyman Çiliptay’ın terliklerini öpen bir genç subsydan söz ediliyor. Aktarayım.
“Fatih Camii yanında Atpazarı denen yerdeki iki büyük dükkanı da önemli gelir kaynağıydı. Şeyhin ölümünden sonra tekkenin başına geçmişti. Gene bu tekkeye gelerek Süleyman Efendi’nin önünde yere kapanıp terlikleri öpen, sivil giyinmiş genç bir subay vardı. Sonradan ordu komutanı, sıkıyönetim komutanı olmuş, işkence olayları dolayısuylada uzun boylu konu edinilmişti.”
Kim bu Nakşibendi orgeneral? Şöyle uzun boylu mu? Elmacık kemikleri çıkık mı? Bir sağ partiye de girmiş mi? Özel sektörde yönetim kurulu üyesi mi? Allah Allah... Kim bu Nakşibendi ordu komutanı? Meraktan çatlayacağım. Kim yahu bu Süleymancı orgeneral? Kim bu?
Çözün bakalım bilmeceyi. Soldan sağa işkence, yukarıdan aşağı zulüm. Kim bu general Allah aşkına?
(UMAG Vakfı Uğur Mumcu, Tarikat Siyaset Ticaret, Bilmece, Sayfa 15 - 16.)
12 Eylül’ün devlet partisi nasıl da darmadağın oldu. MDP üçe bölündü. ANAP’a girenler, DYP’ye katılanlaar, HDP’yi kuranlar oldu. 5 Kasım gecesini lacivert elbiselerle kırmızı plakalo arabalar içinde bakan olma düşleriyle geçirenler, 6 Kasım günü hece yarısına doğru hazin gerçek ile karşı karşıya geldiler.
Ve Fatiha o saatlerde okundu “12 Eylül’ün ruhuna Fatiha...”
Necdet Calp, başbakanlık müsteşarıydı. Doğuştan efendi bir adamdı. Muhalefet lideri olarak öyle sola mola da kaymazdı. Be de olsa devlet terbiyesi görmüştü.
Ne oldu? Aydın Güven Gürkan ve arkadaşları tarafından devrildi ve 12 Eylül ruhu o gece Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu’nda bir kez daha anıldı. “12 Eylül’ün ruhuna Fatiha...”
SODEP’İN 6 Kasım seçimlerine girmesi uygun görülmüyordu. Bu yüzden İnönü’2nün oğlu veto edildi, Atatürk’ün yaveri veto edildi, mesleğinin yüz akı bilim adamları veto edildi. HP ile SODEP birleşince 12 Eylül ruhhu anıldı. “12 Eylül’ün ruhuna el Fatiha...”
Veto edilen Erdal İnönü şimdi SHP Genel Başkanı olarak mecliste temsil edilen bir partinin genel başkanıdır. “12 Eylül’ün ruhuna Fatiha...”
Mehmet Keçeciler , ANAP Genel Başkan yardımcısıdır. Kimd,r bu keçeciler? 12 Eylül öncesi Konya mitingini düzenleyen Konya Belediye Başkanı... Neydi Konya mitingi? 12 Eylül’den sonra hiç ağızlardan düşmeyen ve irtica eylemi sayılan toplantı...üKeçeciler, şimdi etkin ve yetkinse ne yapmalı? Fatiha okumalı... “12 Eylül’ün ruhuna Fatiha...”
Efendim, hani dernekler siyasetle uğraşmayacaktı? Türk Ocağı adlı dernek devlet eliyle açılıp açılışında siyasal konuşmalar yapılıyor. Aydınlar Ocağı adlı dernekte ise siyasetten başka bir şey yapılmıyor. Öyleyse ne yapmalı? Fatiha okumalı. “12 Eylül’ün ruhuna Fatiha...”
Yüce Meclis salonlarında laiklik üzerine yemin etmiş TBMM Başkanı’nın devlet kesesinden verdiği ifar yrmeklerinde okunmak üzere Fatiha...
“12 Eylül’un ruhuna hediye eyledik şu anda vasıl eyle yarabbi...” Amin. El Fatiha!
(UMAG Vakfı Uğur Mumcu, Tarikat Siyaset Ticaret, 12 Eylül Ruhuna, Sayfa 16 - 17.)
Ne düşünüyorum biliyor musunuz? ANAP'ın içinde gazetecilere yalan haber yazdırtıp, basının etkinliğini yok etmek isteyenler mi var? Bu konuda çok alametler belirdi de insan ister istemez birilerinden kuşkulanıyor.
Güneş gülü parlayanlardan mı?.. Gölgede kalanlardan mı? Artık orasını çok karıştırmayın!
(UMAG Vakfı,Uğur Mumcu, Saklı Devletin Güncesi Çatlı vs., Güç İş, Sayfa 137.)
Türkiye'nin son yıllarda tanık olduğu terör olayları çocuk oyuncağı mıydı? Hayır. Terörün nasıl "dış destekli" olduğunu anlamak için şu rakamlara bakmak yeterlidir.
1975 yılından 1980 yılının ilk altı ayına kadar il ve ilçelerde polisin yakaladığı silah 11 bin 920, mermi sayısı ise 8 milyon 647 bindir.
1965 - 1980 zaman dilimini ele alırsanız şöyle bir döküm ile karşılarsınız: 15 yıl içinde ele geçen tabanca 150 bin, tüfek 45 bin, mermi ise - sıkı durun- tam 32 milyondur.
Şimdi bugüne dek hiç yayınlanmamış son dökümü açıklayalım:
12 Eylül 1980 tarihinden 24 Kasım 1924 tarihine kadar geçen sürede ele geçirilen tabanca 647 bin 378, makineli tabanca 4138, tüfek 49 bin 972, otomatik tüfek 4721 ve 6 milyon 896 bin 634 mermi, 23 roketatar mermisi 2 havan topu.
1965 yılından 1984 yılı Kasım ayına kadar geçen yaklaşık 19 yıl içinde, demek ki yuvarlak hesapla 800 bin tabanca, 100 bin tüfek, 37 milyon mermi ele geçmiştir.
Bu tabanca ve mermilerin piyasa satış değerleri milyarlarca lira tutmaktadır. Bu paranın banka soygunları ve çeşitli gasplarla karşılanması olanaksızdır. Bu silah vr merminin Türk parası ile satın alınması da olanaksızdır.
Uğur Mumcu, Saklı Devletin Güncesi Çatlı vs., Yurtseverlik Bilinci, Sayfa 64 - 65
12 Eylül ortamı, 27 Mayıs ve 12 Mart’tan çok başka türlüdür. Böylesine kanlı ortamda devletin ilk ve başlıca görevi, yurttaşları “korkusuz yaşama özgürlüklerine” kavuşturmasıdır. Bunun da ilk koşullu terör odaklarını, arkalarında karanlık karargahları ile birlikte ortaya çıkarmaktır.
Terörün olduğu yerde, anayasadan, hukuk devletinden, serbest seçimlerden, bağımsız yargıdan söz etmenin olanağı yoktur. Terörün bu kanlı ipoteği kaldırılmadıkça özgürlükçü demokrasiye dönülmüş sayılmaz. Terörün hüküm sürdüğü ülkelerde anayasa, kağıt parçalarından parlemontalar , taş yığınlarından başka bir işe yaramaz. Yaramadığı üljemizde acı deneyle görüldü...
Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs’ta da 12 Mart’a da kalıcı bir askeri yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de “özgürükçü, demokratik, laik ve sosyal” nitelikli bir “sivil yönetim” kurma amacını taşıdığını ilan etti.
Şimdi hepmizin bir tek amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların kurt kapanlarına kapılmadan terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak ve sivil yönetimi, sağlıkıl yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak...
((UMAG Vakfı Uğur Mumcu, Terörsüz Özgürlük, 15 Eylül 1980 tarihli Terörsüz Özgürlük adlı yazısı, Sayfa 2.)
Faşizm kuruluyor. Devrim’i kapatılar. Dün Fakir Baykurt’u gözaltına aldılar. Bugün serbest bırakıldı. Yarın ne olacağı belli değil. Bütün mahkemelerdeki dosyalar askeri mahkemelere devrediliyor. İlhan Selçuk tutuklu. Bütün DEV-GENÇ’ciler aranıyor. Her gün radyoda tutuklu listeleri ilan ediliyor. İstanbul’da subaylar tutuklu. Yeni sıkıyönetim kanunu hazırlsnıyor. Meclis, kanunu kabul etti. Bugünlerde senatoda görüşülecek. Bu kanun nefes almayı bile yasaklıyor.
Benim diyeceğim şu: Bana yollanan mektuplara el koyuyurlar. Her mektubum açılıyor ve benimle temas edenler tespit ediliyor. Bana yazdığın mektuplarda siyasi konu belirten ya da ifadelerin arasında özellikle küfür kullanma. Senin de durumunu tespit edip müfettişlik eliyle baskı yapabilirler ya da buraya gelince geri göndermeyebilirler. Evet. Resmen böyle. Bugünlerde hiç mektup almadım. Bilmem yazdın mı? Yazmış isen bana gelmedi. Herhalde her şeyimi arıyorlar. Üç gün önce fakültedeki odalarımızı arayıp kitaplarımızza el koydular. Anlıyor musunuz neler oluyor? Her gece ne zaman tutuklanacağız diye endişe diyoruz. Etmiyoruz belki de hani ne zaman yakalayacaklat diye sabırsızlanıyoruz. Üstat, işte böyle. Yazdığım gibi davran. Şimdilik iyi günler.
11 Mayıs 1971
Uğur Mumcu
(Telgrafhane Yayınları, Ümit Aslanbay,Uğur Mumcu’dan Mektup Var, Ekler: Mektuplar, Fotoğraflar ve Notlar, Sayfa 131.
Uğur Mumcu’nun ele aldığı konulara bir göz atalım:
Laiklik en sık ele aldığı konudur. Laikliği aşapılamaya, etkisizleştirmeye, yok etmeye yönelik her davranışın, her girişimin peşindedir. Bunların devlet yetkililerinden başka ülkede aldığı destekleri, onlara yardımcı olan politikaları, politicikaları izliyor, gözler önüne sermek için yoğun çaba harcıyordu.
Demokrasinin kökleşmesi, özgürlüklerin yaygınlaşması, insan haklarının bütün boyutlarıyla yerleşmesi onun yılmadan değindiği konulardır. İşkenceler, düşünmw ve yazma özgürlünün sınırlanması, suç sayılması, kovuşturulması, yargılama ve cezalandırma yöntemlerindeki çağ dışılıklar emek ve mürekkep tükettiği konulardır.
Yolsuzlukları, kaçakçılıkları, kapkaçlçılıkları, emeksiz köşe dönmeleri, usulsüzlükleri, havadan kredileri, düşsel dışsatımları, kıyak emeklileri, vurgunları, soygunları dosya dosya açığa çıkarmıştı.
Terör, terörün çıkarlarla, yolsuzluklarla ve kaçakçılıklarla ilişkisi üzerine gittiği konulardır.
Geniş halk topluluklarının, büyük anamalcılarca ya da etkisi büyük latlarda bulunanlarca sömürülmesi de bunlar arasındaydı.
Kısacası Uğur Mumcu, sayılanlardan çıkarı olan insanın işine gelmeyecek araştırmalar yapıyor, yazılar yazıyor, kitaplar yazıyor...
Laikliği, demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını, ilericiliği, çağdaşlığı, bilimciliği, barışçılığı, akılcılığı, ülkenin bölünmezliğini, dürüstlüğü özetle Atatürkçülüğü istemeyenler, terörden din sömürüsünden, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından, partizanca davranışlardan, gericilikten, yalandan, dolandan, hırsızlıktan çıkarı olanlar O’nun düşmanı idiler.
(Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları, Süreyya Eryaşar, Uğur Mumcu/Atatürkçülük, Neden Uğur Mumcu, Sayfa 10 - 11.)