Takvimler 1889 yılını göstermekteydi Yeni Osmanlılar’ın fikirlerinden ve ideallerinden etkilenen. Mekbtebi Tıbbiyei Şâhâne öğrencilerinden İbrahim Temo öncülüğünde, Abdullah Cevdet ,İshak Sükûtî ve Mehmet Reşid tarafından İttihad-ı Osmani Cemiyeti kuruldu.Cemiyetin amacı Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğü sokma ve meşrutiyeti 2.Abdulhamit’e yeniden ilan ettirmekti Şayet onlara göre İmparatorluğun düştüğü bu kötü durumdan kurtulmasının yolu anayasaya yeniden tesis etmek ve meşruti rejime dönülmesinden geçmekteydi.Cemiyet,imparatorluğun düştüğü sosyal bulanımdan kurtulmasında ise pozitifizm ve materyalizm fikirlerini benimsemişti.Genç cemiyet,ilk başlarda toplantılarını genellikle Tıbbiye mektebinin önündeki hamamda yaptılar ve bu toplantıları”harap kıraathanesi toplantısı” olarak adlandırdılarAncak Tıbbiye dışındaki ilk toplantılarını Haziran 1889’da Edirnekapı’da bir incir ağacının altına hasır serilip piknik görünümünde yapılmıştır.Toplantıya 12 kişi katılmıştı.Bu sebeplerden dolayı bu ilk toplantı ilerde”On ikiler toplantısı” veyahut da “İnciraltı toplantısı”olarak adlandırılmıştı.Bu miladi toplantıda,cemiyetin idari yapısı belirlenmiş ve cemiyete üye olma koşulları kararlaştırılmıştı.,.Lonca örgütlenmeleri şekliyle teşkilatlanan cemiyet kısa bir süre içersinde tıbbiye ve mülkiye mekteplerinde yaygınlaştı.Öyle ki Tıbbiye mektebindeki nerdeyse herkes cemiyete üye olmuştu.Sultan Abdülhamit, cemiyetin varlığından 1892 yılında haberdar oldu.Sultan Hamid’in çok geniş ve derinlemesine bir istihbarat ağı vardı.Hafiyelerinin ulaşamayacağı neredeyse hiçbir yer yoktu.Ancak mason loncaları yabancı devletler tarafından korunuyordu bu yüzden muhalifler mason loncalarında toplanmaya başladılar.Tıbbiye mektebi,cemiyetin en etkin olduğu yerdi bu sebeple Sultan Hamid,esnek davranan okul müdürü Ali Saip Paşa’yı görevden almış,yerine daha otoriter bir kişilik olan Mehmet Zeki Paşa’yı getirmişti.Paşa,kısa sürede okulun idaresini eline aldı.Bir grup 9.sınıf öğrencisi,cemiyeti ihbar etti ve cemiyetin kurucularından Abdullah Cevdet ve Mehmet Reşid de dahil olmak üzere 7 öğrenci yargılandı.Yargılama sonucunda bu öğrencilerin Tıbbiye Mektebi’nden atılmalarına ve tutuklanmalarına karar verilse de birkaç ay sonra serbest bırakılmışlardı.Sultan Hamid,muhaliflerine amansız bir baskı uyguluyordu.Baskıdan bıkan muhalifler Londra, Kahire, Paris gibi şehirlere iltica etmiş, faaliyetlerine oralarda devam etmişlerdi.Aslına bakılırsa,cemiyet yetenekli öğrencilerin Avrupa’ya gitmesini destekliyordu.Bunun sebebi bu tip öğrencilerin yurt dışında daha rahat bir şekilde davaya hizmet etmesi ve daha kaliteli bir eğitim almalarıydı.Yurtta kalanlar ise ya hapis ya da sürgün yoluyla susturulmuşlardı.Yurt dışına gönderilen öğrencilerinden en kayda değerlerinden birisi,Selanikli Nazım’dır.Kendisi Paris’e
gönderilmişti.Selanikli Nazım,Paris’te görevli olan Ahmet Rıza Bey ile temasa geçti.Ahmet Rıza Bey,istibdat rejimine karşı olan yazılarıyla bilinen bir Osmanlı aydınıydı.Kendisi Bursa maarif müdürüyken,Paris’e tayini çıkmış ve Paris’e yerleşmişti.Selanikli Nazım ile Ahmed Rıza Bey bir takım görüşmeler yaptı.Görüşmelerinin sonucunda,Ahmed Rıza Bey örgütlenme ve siyasi görüş konusunda cemiyetin kendi görüşlerini kabul etmesi şartıyla cemiyete katıldı.Ahmed Rıza Bey,August Comte’dan etkilenerek cemiyetin adının “Nizam ve Terakki” olarak değiştirilmesini talep etti.Ancak cemiyet üyeleri,”İttihat” isminden vazgeçmek istemiyorlardı bu sebeple cemiyetin ismi”Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti”olarak değiştirildi.Ahmet Rıza Bey,yayım faaliyetlerinde ,politikalarının belirlenmesinde cemiyet büyük bir katkıda bulunmuştu.Cemiyet’in amacı ve faaliyetleri belliydi ama hala bir programları yoktu.Bu sorunu aşmak için 1895 yılında cemiyetin ilk nizamnamesi yayımlandı.Bu nizamnamede,cemiyet kuruluş sebebi şu şekilde açıklandı: “Hükûmet-i hâzıranın adalet, müsâvat, hürriyet gibi hukūk-ı beşeriyyeyi ihlâl eden ve bütün Osmanlılar’ı terakkîden men‘ ile vatanı ecnebî yed-i tasallut ve iğtisabına düşüren usûl-i idâresini ıslah ve vatandaşlarımızı ikaz maksadıyla kadın ve erkek bilcümle Osmanlılar’dan mürekkeb (Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti) teşekkül etmiştir.”Ayrıca bu nizamnamede örgütün idari teşkilatlanmalarına da değinilmişti.Bu nizamnameye göre,cemiyetin bir başkanla dört idare heyeti olacak ve cemiyetin merkezi İstanbul’da bulunacaktı ve girişte yemin edilerek cemiyete katılınacaktı.Yemin edilecek masada bir tabanca,bir kama bir de Kuran-ı Kerim nüshası bulunurdu.Ayrıca üç görevli de siyah peçe takıp yemin eden kişinin şahidi olurdu.Cemiyete girecek kişi bu yemini gür bir şekilde okurdu,Yemin metni şöyle idi: “Dinim, vicdanım, namusum üzerine yemin ederim ki; esas amacı, İslamiyetin yüceltilmesi ve Osmanlıların birliği ve ilerlemesi (ittihat ve terakkisi) için çalışmaktan ibaret olan bu örgütün, üyesi olduğum şu geceden itibaren her türlü usulüne ve kurallarına uygun hareket edecek ve hiçbir sırrını dışarıdan hiçbir kimseye ve hatta örgüt içindeki kişilerden izinli olduklarımdan başkasına kesinlikle açık etmeyeceğim. Yemin ederim ki millete özgürlük haklarını tanıyan Anayasa’nın tamamen uygulanmasını ve yürürlüğünün devam etmesini "ulaşılmak istenen hedef" bilen örgütün kararlarını ve sorumluluğuma bırakılacak olan görevlerimi tamamen yerine getirmekte kuşku duymayacağım. Yine namusum üzerine yemin ederim ki, şimdiki yönetimin zulüm pençesine düşerek tutuklandığım bir durumda dahi, etlerimi kemiklerimden ayıracak bir işkenceye çarpılacak olsam bile örgütün sırlarını ve üyelerinden herhangi birinin adını bildirmeyeceğim. Örgüt üyelerinden
biri herhangi bir felakete uğrarsa, kendisine ve ailesine, varlığım yettiği kadar nakden ve bedenen yardım etmekte kusur etmeyeceğim. Şayet namuslu insanlara yakışır bunca taahhüde rağmen hainlik edecek olursam, alçaklık edenleri nerede bulunursa bulunsun soruşturmaya yetkili kılınan örgüt görevlisinin yerine getireceği idam cezasına karşı, şimdiden kanımı helal ederim. Vallahi ve billahi!” Bu metni Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli isimlerinden neredeyse hepsi okumuştu.Bu tarihlerde,Mülkiye Mektebi’nin tarih hocası Mizancı Murat Bey Paris’e kaçıp,İttihat ve Terakki cemiyetine katılmıştı.O sıralarda,yurt içinde de cemiyet gittikçe büyüyordu.1896 yılında İstanbul Şubesi,Sultan Abdülhamid’e karşı bir askeri darbe planlamıştı.Bab-ı Ali basılacak,Sultan Abdülhamid tahtan indirilip yerine V.Murat tahta geçecekti.Ama bu planları aksiyona geçilmeden suya düşmüştü.Darbe planının ifşa olmasının nedeni,Nadir Bey’in sarhoş olup Askeri Okullar Genel Müdürü İsmail Paşa’ya:”Paşa,bilsen yarın neler olacak..” demesidir.Bunun sonucunda,darbe ifşa edilmişti. Bunun sonucunda,İstanbul şubesi kapatılmış,Sultan Abdülhamid baskılarını daha da arttırmış öyle ki diplomatik çalışmalar sonucunda cemiyetin yurt dışı merkezi Paris’ten Brüksel’e oradan sonra ise Cenevre’ye taşınmak zorunda kalmıştı.Aynı zamanda da cemiyetin yayın organı kapatılmıştı.Ahmed Rıza Bey ve Dr.Nazım’ın destekçilere Paris’e dönüp siyasi hayatlarına orada devam etmişlerdi.zamanda da Bütün bu baskılara rağmen Aslına bakarsak o tarihlerde cemiyetin durumu pek iyi sayılmazdı.Cemiyetin bir başkanı yoktu ve Mizancı Murat Bey ve Ahmed Rıza Bey cemiyetin en önde gelen iki ismiydi.Ama bu iki ismin dünya görüşleri tamamen farklıydı.Mizancı Murat Bey,İslamcı bir çizgiye sahipken,Ahmed Rıza Bey daha laik bir kişiydi.Bu sebeple Mizancı Murat Bey taraftarları ile Ahmed Rıza Bey taraftarları arasında çekişmeler oluyordu.Mizancı Murat Bey,Ahmed Rıza Bey’i,Türklerin çıkarlarını gözetmemekle suçluyordu.Aynı zamanda da bazı cemiyet üyelerinin Sultan Abdülhamid’den para almasını,Dr.Nazım Bey ağır bir şekilde eleştirmiş,bu da cemiyet içerisindeki gruplaşmayı daha da arttırmıştı.Bu kaos ortamı,taşra teşkilatlarının merkezi tenkit etmesine ve merkezden ayrılmalarına sebep olmuştu.Cemiyet’in zayıf olduğu bu dönemde,1897 yılında,Sultan Abdülhamid,Ahmet Celâleddin Paşa’yı Mizancı Murat Bey’i ikna etmesi için görevlendirdi.Eğer bu yoldan vazgeçerlerse,devlet içerisindeki görevlerine devam edeceklerdi.Mizancı Murat Bey önderliğindeki bir grup muhalif bu teklifi kabul edip yurda dönmüşlerdi.Onların bu kararı vermesinde şüphesiz ki cemiyet içersindedir kaos ve anlaşmazlık ortamı hakimdir.Bu,sadece Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni değil,tüm Jön Türk hareketini olumsuz etkilemişti.Dr.Nazım Bey ve Ahmed Rıza Bey gibi birkaç Jön Türk
davalarını duyurmaya çalışsalar da başarılı olduklarını söylemek mümkün değildir.Ancak Sultan Abdülhamid’in öz yeğenleri olan Prens Sabahattin ve Prens Lütfüllah,Avrupa’y giderek Jön Türk hareketini yeniden canlandırmıştı.Sabahattin Bey,Abdülhamid’e muhalif kişilerden oluşan bir kongre oluşturulmasını talep etti.Nihayet,4-9 Şubat 1902 tarihleri arasında Paris’te”1.Jön Türk Kongresi” düzenlendi.Bu kongre,Türk siyasi tarihinde ilk kez sol-sağ ayrımının yaşandığı andır.Kongrenin en büyük tartışma konusu,devrimde yabancı devletlerin müdahelesi olmuştur.Ahmed Rıza Bey,yabancı devletlerin müdahelesini istememiştir.Bu düşünce “Adem-i müdahelecilik”olarak adlandırılmıştır.Prens Sabahattin ise devrimde dış devletlerin müdahale etmesi fikrini savunmuş ve fikre “Adem-i merkeziyetçilik denmiştir.Prens Sabahattin,bu düşünceyi benimseme sebebini devrim sonucu oluşacak karmaşıklıklardan ötürü muhtemel bir düşman devletin müdahalesini önlemek için savunmuştur.Ona göre,dost bir devletle birlikte devrime girişmek,düşman bir devletin müdahelesini engelleyecekti.Kongre,sonuçsuz tamamlanmıştı.Kongreden sonra,Prens Sabahattin,Osmanlı Hürriyetpervan Cemiyet’ni kurmuştur.İttihat ve Terakki Cemiyeti ise,bu kongreden sonra yurt dışı faaliyetleri çok yavaşladı.Ancak yurt içinde,İttihat ve Terakki’nin daha genel bakarak Jön Türk hareketinin Sultan Abdulhamid’in baskılarına rağmen güç kaybettiğini söylemek mümkün değildir.Aslında Sultan Abdulhamid’in baskıları,insanları ona daha da düşman ettiriyordu.Muhalifler bir gece yarısı evlerinden alınıp sürgüne gönderilebiliyorlardı ve sürgünde çok ağır cezalara çarptırıyorlardı.Sürgüne gönderilen kişilerin aileleri ise büyük psikolojik sorunlar yaşıyorlardı.Okumuş kesimin çok büyük bir kısmı Jön Türk’tü,Harp Okulları’ndan mezun olan subaylar,Hürriyet davasına gönülden bağlı oluyorlardı.Hürriyet davasına gönül vermiş Yüzbaşı Dr.Bahaeddin Şakir Bey’in yurt dışına kaçması İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gidişatını değiştirmişti.Kendisi Şehzade Yusuf’un özel doktoruydu ve kendisinin tahta geçmesi halinde Jön Türklere finansman sağlanmasını talep ediyordu.Kendisinin ihbar edilmesi sonucunda Dr.Bahaeddin Bey Erzincan’a sürülmüş ama oradan Paris’e kaçmıştır.Paris’te Dr.Nazım Bey ile birlikte cemiyeti yeniden canlandırmış,idari yapıyı düzenlemiş ve cemiyeti daha milliyetçi bir çizgiye getirmişti.Yurt içinde İttihat ve Terakki dışında da Jön Türk cemiyetleri kurulmaya başlanmıştı.1906 yılında,Şam’da Mustafa Kemal Bey tarafından”Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”kuruldu ancak örgütün o bölgede etkin olamayacağı anlaşılınca cemiyet Selanik’te de şube açtı.Bu cemiyetten etkilenen Posta Başkatibi Talat Bey ve çevresi tarafından aynı bölgede “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” kuruldu.Bu cemiyet devlet
memurları ve 3.Ordu’da görevli subaylar tarafından destek gördü.Kısa zaman sonra,Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Vatan ve Hürriyet Cemiyeti birleşti.Bölgede güçlenen Osmanlı Hürriyet Cemiyeti,gurbetteki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dikkatini çekti ve 26 Eylül 1907 tarihinde Dr.Nazım Bey ile Takat Bey arasında iki cemiyetin “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” altında birleşti ve yurt dışı ve yurt içi şubesi olarak ikiye ayrıldı.İki cemiyet özerk olacaktı ama aynı merkeze bağlı olacaklardı.27- 29 Aralık 1907 tarihleri arasında ise 2.Jön Türk Kongresi düzenlendi.Bu kongreye,Türk cemiyetleri dışında Ermeni,Musevi ve Rum cemiyetleri de davet edilmiş,İttihat ve Terakki Cemiyet’ini ise Dr.Bahaeddin Bey ve Hüsrev Sami Bey,Terakki ve İttihat Cemiyet’ini temsil etmişlerdir.Bu kongrede ortak kararlara varılmıştı.Kongre sonucunda,Hürriyet yolunda tüm cemiyetlerin ortak hareket etmesi kararlaştırılmıştır.Devrim için gerekli şartlar artık sağlanmıştı.9 Haziran 1908’de İngiltere ve Rus Çarlığı,Balkan topraklarının paylaşılması üzerine Talinn kentinde bir araya geldiler.Sultan Abdülhamid’in bunu engellemek gibi bir niyeti yoktu.Bu sebeple Resneli Niyazi Bey,3 Temmuz 1908’de topladığı askerle birlikte Ohri Dağı’na çıkıp isyan ateşini yaktı.Onu Enver Bey takip etti.2.Abdulhamid,isyanı bastırması için okuma yazma bile bilmeyen,alaylı Şemsi Paşa’yı gönderdi.Ancak Şemsi Paşa,Manastır’da cemiyetin fedaileri tarafından öldürüldü.Bir iddiaya göre,Şemsi Paşa’yı vuran kişi,o dönemde Teğmen rütbesinde bulunan ve Cumhuriyet Dönemi’nde de milletvekilliği yapmış Atıf Kamçıl idi.İsyancılar,Sultan Abdülhamid’e telgrafla nota vermişlerdi.Sultan Abdülhamid neye uğradığını şaşırırmış,kara kara düşünüyordu.Yıldız Sarayı’nda gerçekleşmiş bir toplantı sonucunda devletin üst düzey yetkilileri,Sultan Abdülhamid’e Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğü koyamazsak tahtan indirileceğini söylemişlerdi.Bunun sonucunda,Sultan Abdülhamid,23 Temmuz 1908’de Kanun-i Esasi’yi yeniden yürürlüğe koydu.Hürriyet’in ilanı,Makedonya’daki Köprülü Hükümet Binası’nda halka duyurulacaktı.Binlerce kişi Hürriyet Kahramanı olarak nitelendirdiği Enver Bey’i dinlemek için binanın önüne geldi.Enver Bey,hürriyetin ilanını şöyle duyurdu:Yaşasın Vatan,Yaşasın Millet,Yaşasın Hürriyet! Top atışları yapıldı ve halk coşkuyla bu sözleri tekrarladı.Aynı zamanda,Selanik,Resne ve Manastır’da da çoşkulu kutlamalar yapılıyordu.Hürriyet gelmişti.Bu tarihten sonra cemiyet yeniden “İttihat ve Terakki” adını kullanmaya başladı.Aslında bu onlar için sadece bir başlangıçtı şayet yakın tarihimize damga vuracaklardı.Kavram olarak anayasanın yeniden yürürlüğe girmesini ve meşrutiyetin tesisi,cumhuriyet devrimlerine ön ayak olmuştur ancak genel
pencereden bakarsak İttihat ve Terakki,meşrutiyetten sonra ülkeye faydadan çok zarar mı vermiştir? Tartışılır.