Her insanın bir ruha -maddi olmayan, manevi bir öz- sahip olduğu fikri birçok kültür ve dinde bulunur. İzlerine tarihin başlangıcından itibaren rastlanır.
Antik Mısır ve Çin'de ruhun iki yönü vardır, biri bedenle birlikte ölürken diğeri hayatta kalır. Antik Yunan'da Aristoteles ruhu bedenden (insan, hayvan veya bitki olsun) ayrılmaz bir form olarak düşünmüştü. Aslında ruh antik Antik Yunan'da bedenin davranışını doğrudan etkiler ve böylelikle kendisinin canlı yönünü ortaya koyar. Animist kültürlerde, taşlar ve nehirler gibi birçok cansız şey de bütün canlılar gibi ruha ya d cana sahiptir.
Bununla birlikte başka bir Antik Yunan filozofu Platon tarafından ortaya konan ruh fikri çok etkili olmuştur. Platon ruhu cisim olarak değerlendirmiyor sadece yaşam boyunca bedenle birleşik telakki editordu.
Beden-ruh bölümlemesi Hristiyanlık tarafından benimsendi. Buna göre ruh Tanrı tarafından yaratılmıştır ve gebe kalındığında bedene yerleşir. Bedenin ölümünden sonra varlığını korur ve kıyametin ardından ilahi yargıya tabii olacaktır; yapıp ettiklerine göre ödüllendirilecek veya cezalandırılacaktır.
Hinduizm ve Budizm'de, ruh ebedi bir reenkarnasyon döngüsünden geçer Her yeni reenkarnasyonun nasıl olacağı geçmiş eylemlerin sonuçları olarak tanımlanabilecek karmaya bağlıdır.
Hrıstiyanlığın beden-ruh ikilemi, 17. yüzyılda Rene Descartes tarafından ortaya koyulan zihin-beden ikiliğinin tam merkezinde yer almaktadır. Descartes'in düşüncesine göre zihin ve beden iki ayrı özdür yine bir şekilde etkileşime girer.,
Modern felsefede ruhun doğası hakkındaki tartışmalar zihin, benlik, kimlik ve bilincin doğasıyla ilgili tartışmalara eklendi.
Ian Crofton, Büyük Fikirler, Ruh, 150 - 151.