Saf olgumuza dair temel ilkelerin aslında birebir aynı olduğu ancak insanoğlunun bölgeye, zamana ve yetişme tarzına göre gösterdiği değişimlerin bizi farklı prensipler edinmeye yönlendirdiği ihtimalini düşünmek gerekir. Ahlaki farklılıklar, doğal bir bütünlüğün olmadığına değil, değişimlerin var olabileceğine yönelik bir kanıttır. Doğa, insanlığın özüdür. Erdemler ise doğal eylemlerdir. İnsan değişime uğradıkça erdemleri de farklılaşır veya azalır. Günümüzde hepimizin kendini uymaya yükümlü hissettiği birtakım eylemler aslında özümüze olan hasretimize bir işarettir.
Erdemlerin insanlar arasında onanmış bir bütün haline gelmesiyle toplum kavramı gerçekleşir. Temel uzlaşıya sahip bireyler arasında gerçekleşmiş bu ideal sözleşme lisanlara hukuk olarak yansır. Hukuk, kaleme değil insana dayanmaktadır. İnsanoğlunun saf doğası, onu türdeşleriyle birlikte kılmış, erdemleri hukuk çatısı altında bütünleştirmiştir. Uyulması zorunlu görülen temel ilkeler aslında hukukun bir neticesidir. Zamanla doğa unutulduğu gibi erdemler de unutulmuş, hukuk tabiri fazlaca kural ve kalın kanunlardan ibaret sayılmıştır. Aydınlanmış bir toplumun fertleri için sıkı kural ve kalıplara lüzum yoktur. Ancak hukuka ihtiyaç vardır. Birey ancak hukukun hakkıyla belirlendiği ve uygulandığı entelektüel bir toplumda arınabilecektir.