Anarşi haricinde -ki anarşide de farklı bir türde görülür- sınıfsız bir toplumun var olması mümkün değildir. Japonya'da Samuraylar efendilerine, Kast sisteminde alt sınıf üst sınıfa, sultanlık sisteminde kullar padişaha, feodalite sisteminde köylüler lordlara biat ederdi. Bunlara alternatif bir yönetim sistemi olarak halkın kendi kendini yönetmesi bulunuyordu. Daha doğrusu yönetecek kişiyi seçmesi olan demokrasi vardı. Lakin burada da dikkat etmemiz gereken bir husus var. Genelde insanlar doğdukları andan itibaren başka bir sınıfın altına mensup olarak köle oluyorlardı fakat demokraside bağlı olacakları lideri kendileri belirlemeye başladılar. Yani başka birinin egemenliği altına kendileri girdiler. "İyi güzel de istedikleri vakit yöneticiyi değiştirebiliyorlar, tam yetki verilmediği için özgürlük her daim güvence altında değil midir?" sorusunun cevabı kendi içerisindedir. Tam yetki verilmediği sürece, peki ya verilirse? Saltanatta yöneticinin ne kadar iyi bir hitabet ustası olduğu çoğu zaman önem taşımaz ama demokraside öyle mi?
Hangi millet ne kadar okumuş, yetkin, entelektüel kişilerden oluşursa oluşsun içlerinde daima yok olmayan kolektif bir şey vardır: duygular. Eğer sosyopat değilseniz dolayısıyla akli melekelerinizde bir problem yoksa dolayısıyla hormonlarınız normal çalışıyorsa duygularınız diğer insanlarla benzer şekilde çalışır. Örneğin birisi size gıcıklık yapıyor diye ona zarar verirseniz onun canının yanmasından telaş duyabilirsiniz, bu sırf kötü bir şey olduğu ya da toplum tarafından kınanabileceğinizden dolayı olabilir bu kişiden kişiye değişir. İlişkiniz bittiğinde boşlukta hissedebilir, aldatıldığınızda insanlara güveninizi yitirebilirsiniz. Bu sebepler üzerinde durduğumuz gibi genel olarak herkeste ortak duygusal reaksiyonlara sebebiyet verir. Eğer fiziksel olarak yaşanan olaylar toplumun büyük bir kesiminde aynı duygu reaksiyonları yaratıyorsa neden maneviyatlarına seslenmek aynı duyguları yaşatmasın?
İyi bir hitabet ustası ya da demagog aynı kökenlerden beslenir. Burada ahlak nedir gözetmeleri ya da amaçları onları ayırabilir fakat ikisi de halkı bir tarafa karşı kışkırtırlar. Eğer savaştaysa düşmana, seçimdeyse rakibe, dini bir alandaysa "kafirlere" yüklenirler. Halk da buna içten içe bağlanır. Ben yapmam ben o kadar kıt kafalı değilim diyenler en çok reaksiyon verenler olur. Bir tribüne girdiğiniz an artık siz de onların bir parçasısınızdır. Onlar bağırdıkça siz de bağırırsınız. Baktınız küfür ediyorlar siz de edersiniz. Onlarla halay çeker onlarla kahkaha atar onlarla kızarsınız. Tribünler halkın içinde biriken enerjiyi kusma yeridir. Eğer bunu aktaracak başka bir yer bulurlarsa oraya da giderler. İşte bu sebeple paragrafın başında bahsettiğimiz iki tip de size bunu sağlamaya çalışırlar. Eğer sağlayabilirlerse adlarının hakkını kazanmış olurlar.
Ekim Devrimi sınıfları yıkmak ve işçi sınıfını tüm sınıflara egemen kılmak üzere yapıldı. Hakikaten de geldiler ve sistemi yıktılar. Çar, Boyarlar, fabrikatörler, orta sınıf burjuvalar yıkıldı ve yerlerine işçi sınıfı geldi. Ancak planlama için yönetici bir sınıf gerekiyordu. Bu yönetici sınıfın da başına birisi geçecekti ve bu Lenin'in ta kendisi oldu. Yani yeni bir yönetici sınıf olan politbüro kuruldu. Bu sebepledir ki sınıfların tamamen ortadan kalktığı söylenemez. Sadece Sovyetlerle de sınırlı değil yönetici bir kesimin olduğu her yönetim biçiminde en az iki sınıf vardır.
Anarşi doğası gereğince hükümetlere, sistemlere ve koşullara karşı gelir. Kaos anarşinin besin kaynağıdır diyebiliriz. Kapitalistlerin özellikle de liberallerin bolca kullandığı, insanoğlu doğası gereğince aç gözlüdür, klişesi bir doğruluk payı taşır. Taşımıyor olsaydı zaten ne kapitalizm ne sosyalizm ne diğer -izmler ne de devletler kurulurdu. Evet, devletler de aç gözlülük üzerine kurulmuştur. Bir aylak sınıfı üreticilerin emeklerini çaba sarf etmeden sömürmek istemiştir. Aylak sınıfı fark edileceği üzere askerler, üreticilerse çiftçilerdir. Uyanık olan bir kesim ise ruhban sınıfı diye bir sınıfın temellerini atmış üreticileri manevi yönlerini kullanarak sömürmüştür. Okuyucular akıllarında "o zaman anarşi kendi kendini yok eden bir sistem değil midir?" sorusunu sorma cesaretini kendilerinde gösterirlerse haklılıkları anlaşılacaktır. Anarşinin olduğu bir ortamda çok seri şekilde çeteleşmeler başlar. Silahlı olanlar silahsız olanlardan haraç (biz buna yasal olarak vergi diyoruz) almaya başlarlar. Bu sayede iki sınıf ortaya çıkmış olur (?) silahlı olanlar ve silahsız olanlar. Bu haraç işinin devamlılığını isterlerse bazı kurumlar kurulur ve devletin temelleri atılmış olur. İşte anarşi kendini bu şekilde yiyip bitirir zira insan ahlak ve etik konusunda sürekli kendini kötü hissettirecek davranışlarda bulunur ve sonuç hep aynı olur. Yeni devletler ve dolayısıyla yeni sınıflar ortaya çıkar.