Birey, toplumun temel taşıdır. Toplum bireylerden oluşuyorsa toplumsal olgular da bireylerin kolektif fikirlerinden oluşur tümevarımına varabiliriz.
İnsanın nihai amacı neslin devamını devam ettirmektir. İnsanlığın ilkel zamanlarında kadınlar büyük bir öneme sahipti. Öyle ki Yunanlar ilk tanrılarından birini doğumla-kadınla özdeşleştirmişlerdir. Kendisi Gaia'dır. Ardından yeraltı tanrısı (erebos) ile gecenin tanrıçası (Nyks) doğar. Neslin devamı için sevgi (AŞK) gerekir ki bunu da Eros sağlar. Aslında Yunanlar bize hiç kuşku götürmez bir kanıt sunuyor. Neslin devamı için bazı mekanizmaların oturmuş olması gerekir. Hadi bunu irdeleyelim: İlkel çağlarda kadının doğum yapması büyük bir olaydı, doğan çocuğun açlıktan ölmemesi için bir erkek ya da belirli bir grup şarttı. Doğan çocukların ölmemesi için bir babaya ihtiyaç vardı. Halbuki erkek için avantajlı olan bir kadını dölleyip diğerine geçmektir. Ne kadar çok dölleme yapabilirse mantıken o kadar çocuk doğar. O çocuklara bakmak zorunda zırvalıkları modern dünyayla yasalaştırılmış düşüncelerdir. Eski çağlardaysanız uyandığınızda yanınızda bile bulamayabilirdiniz.
Kadınlar, erkeklerin hovardalığının çok daha önceden farkına varmış durumdalardı. Bu sebeple onları kendilerine bağlayacak bir şeye ihtiyaçları vardı. Hem çocuğu besleyip hem de o vahşi ortamda hayatta kalmaya çalışmak mümkün değil gibiydi. Bu sebeple istemeseler de ortak olarak ortaya koydukları şey bağlamaktı. Bu bağlılık aşk olarak ortaya çıktı. Ortaya çıkan kavramın en büyük eksiği ve artısı duygu mertebesine ulaşmış olmasıydı. En büyük artısı olarak toplumun geneli tarafından zorla -nasıl Türkler kılıç zoruyla Müslüman olduysa- seks karşılığında aşkı kabullendiler. Lakin bu doğal sürecin atladığı bir nokta vardı. Bu nokta bazı insanların duygusal açıdan zayıflığıydı. Bir kişide empati, sevgi gibi duygular yoksa genel olarak "sosyopat" ya da "psikopat" gibi sıfatlarda kimlik buluyorlar. Dikkatinizi çektiyse duyguya boyun eğmeyeni yani toplumsal olguyla (toplum tarafından kabullenilmiş kolektif fikri) çelişeni dışlıyoruz. Onların doğru bizimse yanlış olduğumuzu kimse düşünmez zira kolektif düşünce bunu gerektirir. Onlarda yoksa eksiklik olarak görürüz çoğunlukta varsa tamlık. Otizm için de aynısı geçerlidir, fazla kromozomunuzun olması değil toplumun geneliyle ne kadar uyumlu olduğunuz önemlidir.
Duygusallıktan yoksun olmasına rağmen neslin devamını isteyen erkek bireyler için evlilik kurumu ortaya atılmak zorundaydı. Sonuçta bu adamlar cinsel yönden değil duygusal yani fikirsel yönden zayıflardı. Belki de duygusal bir erkekten on kat daha uygun olabilirler. Bu verimliliği çöpe atmamak için erkeği kadına bağlayan bir aracıya ihtiyaç vardı ki bu sebeple evlilik adı verilen birleşme olayı doğdu.
Tüm bu beyin fırtınaları sonucunda ortaya çıkan yegane hakikat şüphesiz ki: Toplumun geneline uymayanlar dışlanmaya mahkumdur. Eğer yaşamak ve nihai amacını gerçekleştirmek istiyorsan toplumsal olgulara boyun eğmek zorundasın. Bunlara boyun eğmiyorsan toplumsal olgunun farkına varacak ve rahatsız olacaksın lakin boyun eğersen varlığını ya çok az ya da hiç hissetmeyeceksin. Böylece milyonlarca yıl süren bu mekanizma kendini güvenceye almış olacak şeklinde özetlenebilir.
Konuya farklı bir bakış getirmek isteyen arkadaşlar Durkheim-Sosyolojik Metodun Kuralları 1. Bölümü okuyabilir