Toplumların ve devletlerin tarihinde, zulüm ve baskı dönemleri genellikle belirli iktidarların uzun süreli ve istikrarlı bir şekilde gücü ellerinde tutmalarıyla karakterize edilir. Ülkemiz, 23 yıldır AKP iktidarında bu süreci yaşamaktadır.Bu uzun dönem boyunca toplumsal duyarlılık, adalet ve eşitlik konularında ciddi zedelenmeler meydana gelmiş, demokratik değerler ve insan hakları erozyona uğramıştır.Özellikle Gezi Olayları'ndan sonraki süreçte, AKP medyaya ağırlık vermiş ve halkın toplumsal duyarlılığını kırmak adına pek çok icraatte bulunmuştur.
AKP'nin iktidarda kaldığı süre zarfında, toplumsal duyarlılığın bilinçli bir şekilde yok edilmesine tanıklık ettik. İnsan hakları ihlalleri, basın özgürlüğünün kısıtlanması, yargının bağımsızlığının ortadan kaldırılması gibi pek çok olumsuz gelişme yaşandı. Ancak bu süreçte, toplumsal tepki ve protestoların bastırılması da dikkat çekici bir hal aldı. Halkın tepkisini dile getirdiği her olayda, devletin baskıcı mekanizmaları devreye girdi ve sesler susturulmaya çalışıldı.Ne zaman halk, hakkını aramak için sokağa inse,"terörist, bölücü, provokatör, fetöcü vb" ithamlarla karşı karşıya kalıp hainlikle suçlandı.
Bu noktada, muhalefet partilerinin ve sözde muhalif liderlerin tutumları da ayrı bir eleştiri konusu olmalıdır. Örneğin Meral Akşener,Ümit Özdağ gibi isimlerin zaman zaman halkın gerekirse silahlı eylem yapma hakkı olduğunu belirtirken, halk protestoları başladığında sükunet çağrısında bulunmaları büyük bir ikiyüzlülük örneğidir(ki Meral sarayın dibinde bitti.)Bu tür çağrılar, gerçek muhalefet kavramını gölgelemekte ve halkın güvenini sarsmaktadır. Halkın gerçek sorunlarına çözüm bulmak yerine, popülist söylemlerle dikkat çekmeye çalışan bu figürler, sadece mevcut durumu daha da karmaşık hale getirmektedir.Bu ikiyüzlülük, sadece bireylerin değil, toplumsal yapının da zarar görmesine yol açmaktadır.
Öte yandan; solcuların sokağa indiği zaman, muhalif sağcılar ve revizyonistler tarafından vandallık ve bölücülük ile suçlanması da yine toplumsal tepkinin kırılmasına ve halkın,kendi hakkını arayan insanlara bile "maganda" gözüyle bakmasına neden oluyor.
SoL eskisi gibi örgütlenemiyorken bu durumun yaşanması iktidarın ekmeğine yağ sürmektir.
Bunların yanında kendisini sözde Kemalist/Atatürkçü tanıtan tayfa da var ki,asıl iki yüzlülük de burada dönüyor.
Yeri ve zamanı geldiğinde sosyal medya üzerinden, AKP iktidarına karşı Kemalist direniş/örgütlenmeden bahseden, zaman zaman Bursa Nutku'nu öne süren bu kitle; kitlesel hareketlerde "devletimin yanındayım" "polisimin yanındayım" gibi rollere girerek "Devlet Ayrı Hükümet Ayrı" sözüyle kaçmaya oynuyor."Devleti ayrı Hükümeti ayrı" şeklinde izlenmesi gereken yolu, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı Tayyip ve iktidarının yanında tamamlıyor,"Devletimize zeval gelmesin" ile vicdanları rahatlatıyorlar.
Halkın gerçek talepleri ve ihtiyaçları göz ardı edilirken, sözde muhaliflerin bu söylemleri toplumsal duyarlılığı baltalamaktadır. Bu durum, toplumun umutsuzluğa kapılmasına ve adaletin yerini bulacağına olan inancının sarsılmasına neden olmaktadır.
Sonuç olarak, sükunet çağrıları ve iktidarın baskıcı politikaları, toplumun vicdanını yaralayan ciddi sorunlardır. Gerçek muhalefetin, halkın taleplerine kulak vermesi ve demokratik değerleri savunması gerekmektedir. İkiyüzlü söylemlerden ve popülist politikalardan uzak durarak, toplumsal duyarlılığın yeniden inşa edilmesi için çaba gösterilmelidir. Ancak bu şekilde, adalet ve eşitlik ilkeleri toplumda yeniden yeşerebilir ve baskıcı iktidarlara karşı gerçek bir duruş sergilenebilir.