Erdal Demirhan Demiröz
Balyoz Davası, Türkiye'nin iç siyasi dinamiklerini kökünden sarsan, ordunun ve devletin itibarı üzerinde büyük etkiler bırakan bir yargılama süreci olarak dikkat çekmiştir. Bu dava, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarına yönelik ciddi darbe planı iddialarını içerdiği gibi, Türk milliyetçileri için milli güvenlik ve devletin bekası gibi hassas konular üzerinde de derin yankılar uyandırmıştır. Türk milliyetçisi bir perspektiften değerlendirildiğinde, dava hem orduya olan güveni sarstığı hem de devletin derin yapılarında bir tehdit unsuru olarak görülen unsurlarla mücadelenin eksikliğini ortaya çıkardığı için önemli bir dönemeçtir.
Balyoz Planı İddialarının Ortaya Çıkışı
2003 yılında 1. Ordu Komutanlığı'nda düzenlenen bir askeri seminerde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bazı unsurlarının dönemin hükümetine karşı bir darbe hazırlığı içinde olduğu iddiaları Balyoz Harekât Planı adı altında gündeme getirildi. Planın, AK Parti hükümetini devirmek ve ardından askeri bir yönetim kurmak amacıyla hazırlandığı iddia ediliyordu. Taraf Gazetesi tarafından 2010 yılında yayımlanan belgeler, Balyoz Harekât Planı'nın detaylarını içeriyordu ve bu belgelerde sıkıyönetim ilan edilmesi, kaos yaratmak için bazı camilerin bombalanması, hatta bir Türk uçağının düşürülerek Yunanistan’la savaş ortamı yaratılması gibi provokatif eylemler olduğu öne sürülüyordu.
Bu iddialar, Türk milliyetçileri için büyük bir şok etkisi yarattı. Çünkü Türk milliyetçiliği açısından TSK, devletin en güvenilir ve saygın kurumlarından biridir. Cumhuriyet'in kurucu ilkelerine ve devletin bekasına bağlılığıyla bilinen orduya yönelik bu tür iddialar, milliyetçi çevrelerde hem devletin iç güvenliğine hem de ordunun dış itibarı üzerindeki tehditlerin ciddiyetini artırmıştır. Böyle bir planın ordu içindeki unsurlar tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği ihtimali, milliyetçi bakış açısından kabul edilemez olarak değerlendirilmiştir.
Sanıklar ve Türk Milliyetçiliği Açısından Yargılama
Dava sürecinde, Türk ordusunun üst düzey komutanları yargılandı. Bu isimler arasında dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek gibi üst rütbeli askerler bulunuyordu. Türk milliyetçiliğinin temelinde yer alan devletin sürekliliği ve ordunun milli bekayı koruma görevine olan inanç düşünüldüğünde, bu kişilerin darbe planı yapmakla suçlanmaları, milliyetçi çevrelerde derin bir endişe yarattı. Sanıkların savunmalarına göre, Balyoz Planı olarak adlandırılan belgeler, aslında askeri bir senaryoya dayalı harp oyunu planlarıydı ve darbe amacı taşımıyordu.
Sanıklar, kendilerine karşı kullanılan dijital delillerin sahte olduğunu iddia etti. Çetin Doğan ve diğer üst düzey komutanlar, bu belgelerin sonradan üretildiğini, tarihlerde ve içeriklerde büyük çelişkiler olduğunu belirttiler. Özellikle, belgelerde kullanılan bazı yazılımların, iddia edilen tarihlerden sonra piyasaya sürülmüş olması ve belgelerde adı geçen kişilerin o dönemde ilgili görevlerde olmaması gibi çelişkiler davanın meşruiyetini sorgulattı. Bu noktada, milliyetçi çevrelerde, bu davanın orduyu itibarsızlaştırmaya yönelik bir operasyon olduğu yönündeki düşünce güçlenmeye başladı.
Türk Milliyetçiliği ve Orduya Güven Meselesi
Türk milliyetçiliği açısından ordu, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel direklerinden biridir. Ordunun devletin bekası için oynadığı rol, Türk milliyetçileri için vazgeçilmez bir değerdir. Bu nedenle, TSK’nın bir darbe planına karıştığı iddiası, milliyetçilerde büyük bir infial yaratmış olsa da, yargılama sürecindeki delillerin sahte olabileceğine dair iddialar, bu infialin kısa sürede yerini temkinli bir bekleyişe bırakmasına neden oldu. Milliyetçiler için ordu, yalnızca askeri bir güç değil, aynı zamanda milletin bağımsızlığının ve birliğinin garantörüdür.
Balyoz Davası sürecinde ordunun zayıflatılmaya çalışıldığı yönündeki endişeler, milliyetçi çevrelerde bu davanın uluslararası güçlerin Türkiye’nin stratejik konumunu zayıflatma amacı taşıyan bir girişim olduğu görüşünü doğurdu. Türk milliyetçiliği, tarihsel olarak Türkiye'nin bağımsızlığını ve milli çıkarlarını korumayı önceleyen bir ideolojidir. Dolayısıyla, ordunun itibarsızlaştırılmasının, Türkiye'nin bölgesel ve küresel dengelerdeki etkisini zayıflatma amacı taşıdığı düşüncesi bu çevrelerde yaygınlık kazandı.
Davanın Seyri ve Beraat Kararları
Balyoz Davası, 2010 yılında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. İlk yargılamalar sonucunda, sanıkların büyük bir kısmı ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Çetin Doğan, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek gibi isimlere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Ancak, bu kararlar kamuoyunda ve Türk milliyetçileri arasında büyük tartışmalara yol açtı. Delillerin güvenilirliği konusundaki tartışmalar, özellikle dijital belgelerin sahte olabileceğine dair savunmalar, bu davanın bir hesaplaşma davası olup olmadığı sorusunu gündeme getirdi.
2014 yılında Anayasa Mahkemesi, sanıkların bireysel başvuruları sonucunda adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdi ve Balyoz Davası yeniden yargılandı. 2015 yılında yapılan yeniden yargılamalar sonucunda mahkeme, tüm sanıkların beraatine karar verdi. Bu karar, milliyetçi çevrelerde orduya yönelik itibarsızlaştırma girişimlerinin başarısızlığa uğradığı ve Türk ordusunun bu süreçten güçlenerek çıktığı yönünde yorumlandı. Milliyetçi perspektiften bakıldığında, ordunun itibarı ve güvenilirliği, Türkiye’nin milli bekası için vazgeçilmezdir ve bu süreçte orduyu zayıflatmaya yönelik çabaların püskürtülmesi bir zafer olarak değerlendirildi.
Sonuç: Balyoz Davası ve Türk Milliyetçiliğinin Geleceğe Bakışı
Balyoz Davası, Türk milliyetçiliği açısından, devletin bekası, ordunun gücü ve Türkiye’nin milli güvenliği gibi temel meseleler üzerinde derin izler bırakmıştır. Davanın başından itibaren, milliyetçi çevreler, ordunun itibarsızlaştırılmaya çalışıldığına inanmış, delillerin sahte olabileceği ve yargılama sürecinin siyasi amaçlar taşıdığı endişesi taşımışlardır. Nihai beraat kararları, bu endişelerin haklılığını teyit eder nitelikte olmuş ve Türk milliyetçileri için bir rahatlama sağlamıştır.
Türk milliyetçiliği, devletin varlığını ve bütünlüğünü her şeyin üstünde tutan bir ideoloji olarak, ordunun Türkiye’nin geleceği için taşıdığı önemi her daim vurgulamaktadır. Balyoz Davası sürecinde yaşananlar, Türk milliyetçileri için devletin ve ordunun dış ve iç tehditlere karşı korunması gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Bu davadan çıkarılan dersler, gelecekte benzer girişimlere karşı daha dikkatli ve kararlı olunması gerektiğini ortaya koymuştur.
Türk milliyetçiliği, Balyoz Davası gibi süreçleri, Türkiye’nin bağımsızlığını ve milli bütünlüğünü zedeleyecek girişimlere karşı uyanık olmanın gerekliliğini hatırlatan birer uyarı olarak görmektedir. Davanın nihayetinde ortaya koyduğu en önemli sonuç, ordunun ve devletin iç dinamiklerine zarar vermeye yönelik her girişimin er ya da geç boşa çıkacağı inancıdır.