Ön Söz
Bu yazı, Atatürk'ün düşünce sistemini ve Cumhuriyet’in temel prensiplerini ayrıntılı bir şekilde ele almak amacıyla hazırlanmıştır. Yazının temel kaynağı, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan "Atatürkçülük: Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri" adlı eserdir. Bu eser, Atatürk’ün düşünce yapısını, devlete bakış açısını ve ilke inkılaplarını derinlemesine inceleyen kapsamlı bir çalışmadır. Atatürk’ün çeşitli konuşmaları, direktifleri ve yazıları temel alınarak hazırlanan bu kitap, Atatürkçülük ideolojisini bütün yönleriyle açıklamayı hedeflemektedir.
"Atatürkçülük" eseri, Türkiye'nin Cumhuriyet dönemindeki ideolojik temelini anlamak için önemli bir başvuru kaynağıdır. Kitap, Atatürk'ün devlet yönetimine, topluma ve dış politikaya ilişkin görüşlerini detaylandırarak, Cumhuriyet'in temellerini oluşturan ilkeleri ortaya koyar. Eser, ilk kez 1980'li yıllarda, Türkiye'de Atatürk'ün mirasının ve fikirlerinin daha geniş kitlelere ulaştırılması amacıyla yayımlanmıştır. Özellikle genç kuşaklara Atatürkçü düşünceyi aşılamak için önemli bir rol üstlenmiştir.
Eserin hazırlanmasında, Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki çeşitli tarihçi ve akademisyenlerden oluşan bir ekip çalışmıştır. Başta Prof. Dr. Şerafettin Turan olmak üzere, Atatürk Araştırma Merkezi'nde görevli tarihçiler ve uzmanlar, bu eserin yazımında önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim komisyonları da eserin eğitim müfredatına uygun bir şekilde hazırlanması sürecinde danışmanlık yapmıştır. Kitap, devletin resmi arşivlerinden yararlanılarak titizlikle derlenmiş ve dönemin belge ve dokümanlarına dayandırılarak kaleme alınmıştır.
Atatürk'ün direktifleri ve görüşleri, hem ülkenin geleceğine ışık tutmuş hem de Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefini pekiştirmiştir. Bu nedenle, "Atatürkçülük: Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri", Türk milletinin geçmişini, bugününü ve geleceğini şekillendiren önemli bir eserdir. Yazının içeriği bu temel esere dayandırılarak, Atatürkçü düşüncenin devlet yönetimi, insan hakları, adalet, hukuk ve dış siyaset gibi temel kavramlara bakış açısı ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.
1. Devletin Tanımı
Devlet, tarih boyunca insan topluluklarının bir arada yaşamalarını düzenlemek, güvenliklerini sağlamak ve toplumun çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geliştirilmiş en önemli organizasyonlardan biridir. Devlet, hukuki ve siyasi bir yapıdır; egemenlik yetkisini elinde bulundurur ve bu yetkiyi belirli kurallar çerçevesinde kullanır. En genel anlamıyla devlet, belirli bir coğrafi sınır içerisinde yaşayan insanların oluşturduğu ve bu insanların ilişkilerini düzenleyen, meşru güç kullanma yetkisine sahip bir örgütlenmedir.
Devletin klasik tanımına göre üç temel unsuru vardır: Halk, toprak ve egemenlik. Halk, devletin sosyal temelini oluşturur; toprak, devletin sınırlarını belirlerken; egemenlik ise devletin otoritesinin kaynağıdır. Ancak modern devlet anlayışında bu unsurların yanında, devletin niteliği ve işlevleri de öne çıkmaktadır. Devlet, sadece bir güç odağı değil, aynı zamanda halkın refahını sağlamak, sosyal adaleti temin etmek, toplumsal barışı ve düzeni korumak için var olan bir kurumdur. Atatürkçü düşüncede devletin varlığı, Türk milletinin bağımsızlığını, birliğini ve refahını temin etmek için vazgeçilmezdir. Devletin bağımsızlığı, hem içerdeki unsurlardan hem de dış güçlerden korunarak, milli egemenliğin sağlanması esastır.
Atatürk, devleti ulusun varoluşu için en önemli unsur olarak görmüş ve devleti, milletin ortak iradesini temsil eden bir mekanizma olarak tanımlamıştır. Devlet, sadece bir yönetim aracı değil, aynı zamanda milletin kendi iradesiyle şekillendirdiği bir yapı olmalıdır. Bu bakımdan devletin meşruiyeti, halkın iradesine dayanır ve devlete egemen olan, halkın kendisidir.
2. Devlete Hakimiyet ve Hakimiyetin Kullanılması
Devlete hakimiyet, modern devlet anlayışında egemenlik kavramıyla iç içe geçmiş bir olgudur. Egemenlik, bir devletin iç ve dış işlerinde en üstün ve nihai otoriteyi elinde bulundurmasıdır. Devlete hakimiyetin kullanılması, yasama, yürütme ve yargı erklerinin yetkilerinin devlete ait olmasıyla ilişkilidir. Atatürkçü düşünceye göre, egemenliğin kaynağı sadece millettir ve bu egemenlik, hiçbir şekilde sınırlanamaz veya başka bir güçle paylaşılmaz. Atatürk, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesini benimseyerek, devlete hakimiyetin doğrudan millet iradesiyle şekillendiğini belirtmiştir.
Hakimiyetin kullanılması, devletin temel işlevlerinden biridir ve bu işlev, demokratik sistemlerde halkın doğrudan veya dolaylı olarak yönetime katılmasıyla gerçekleştirilir. Yasama organı, halkın temsilcileri aracılığıyla yasaları çıkarır; yürütme organı, bu yasaları uygulamaktan sorumludur; yargı organı ise yasaların doğru ve adil bir şekilde uygulanmasını sağlar. Atatürkçü düşünce sistemi, bu üç erkin bağımsız ve dengeli bir şekilde işleyişini öngörür. Devletin otoritesi, yalnızca hukuk çerçevesinde ve halkın menfaatleri doğrultusunda kullanılmalıdır.
Egemenliğin paylaşılmazlığı ve devlete ait olan otoritenin halk adına kullanılması, aynı zamanda monarşik ve otokratik yönetim biçimlerine karşı Atatürk'ün en güçlü savunmasıdır. Atatürk, padişahlık ve sultanlık gibi eski yönetim biçimlerini reddederek, halkın iradesine dayalı bir yönetim sistemini öngörmüştür. Böylece Türk milletinin kendi kendini yönetme hakkı kutsal bir prensip olarak kabul edilmiştir.
3. Türk Devletinin Yapısı ve Dayandığı Esaslar
Türk devletinin yapısı, Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte köklü bir değişim sürecine girmiştir. Cumhuriyet, egemenliğin millete ait olduğu ve milletin kendi iradesiyle yönetime katıldığı bir yönetim biçimidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun monarşik yapısı yerini halk egemenliğine dayanan modern bir devlete bırakmıştır. Bu yeni devletin temel yapısı, laiklik, halkçılık, milliyetçilik, devletçilik, inkılapçılık ve cumhuriyetçilik gibi Atatürk ilkeleri üzerine inşa edilmiştir.
Atatürk, devletin yapısının, çağdaş dünyanın gerekliliklerine uygun olarak şekillendirilmesi gerektiğine inanmış ve bu doğrultuda köklü reformlar gerçekleştirmiştir. Devletin yapısında laiklik ilkesi, özellikle din ile devlet işlerinin ayrılması konusunda büyük bir devrim niteliğindedir. Laiklik, bir yandan din özgürlüğünü güvence altına alırken, diğer yandan devletin tüm vatandaşlarına eşit mesafede durmasını sağlar. Devletin herhangi bir dini inanca dayanmadan, toplumsal yaşamı düzenleme görevi, Türk devletinin modern yapısının temel taşlarından biridir.
Milliyetçilik ilkesi ise, Türk devletinin ulusal birliğini ve bütünlüğünü koruma adına önem taşır. Bu ilke, aynı zamanda devletin bağımsızlığını her şeyin üzerinde tutan bir anlayışa dayanır. Halkçılık, devletin sosyal adalet ve eşitlik ilkelerini benimseyerek, tüm vatandaşlar arasında sınıf ayrımı yapmaksızın hizmet etmesini sağlar. Devletçilik, devletin ekonomik ve sosyal politikalarda belirleyici bir rol oynadığı, ancak özel girişimciliğin de teşvik edildiği bir yapıyı öngörür. İnkılapçılık ise, devletin sürekli değişim ve yenilenme içinde olması gerektiğini savunur; bu da Türk devletinin dinamik ve ileriye dönük bir yapıda olmasını sağlar.
4. Türk Devletinin Ana Nitelikleri
Türk devletinin ana nitelikleri, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda belirlenen laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti esasları üzerine kuruludur. Bu nitelikler, Cumhuriyet’in ilanından itibaren Türk devletinin temel karakteristiklerini oluşturmuş ve devletin işleyişine yön vermiştir.
Laiklik, devletin din işlerinden bağımsız olması anlamına gelir. Laiklik ilkesi, Türkiye’deki toplumsal ve siyasi yapıyı köklü bir şekilde değiştirmiştir. Bu ilke, din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alırken, dini kurumların devlet işlerine müdahalesini engeller. Atatürk, laiklik ilkesini Türk devletinin en temel özelliklerinden biri olarak kabul etmiş ve bu ilkeyi hayata geçirmek için köklü reformlar yapmıştır.
Demokratik devlet, halkın kendi kendini yönetme ilkesine dayanır. Demokratik bir devlette, vatandaşlar seçimler yoluyla yönetime katılır ve kendi iradeleriyle hükümetin işleyişine yön verirler. Türkiye Cumhuriyeti, halkın egemenliği üzerine kurulmuş bir devlettir ve bu egemenlik, halkın özgür seçimler yoluyla temsilcilerini seçmesiyle hayata geçirilir.
Sosyal devlet, vatandaşlarının sosyal refahını gözeten ve adil bir şekilde topluma hizmet eden bir devleti ifade eder. Bu ilke, devletin vatandaşlarına eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel hizmetleri sunma sorumluluğunu içerir. Sosyal devlet anlayışı, Atatürk’ün halkçılık ilkesine dayalı olarak, vatandaşlar arasında sosyal adaleti sağlamayı hedefler.
Hukuk devleti ise, devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması anlamına gelir. Hukuk devletinde, vatandaşların temel hak ve özgürlükleri, bağımsız mahkemeler tarafından korunur ve devlet, hukuk kurallarına bağlı olarak yönetilir. Bu ilke, devletin keyfi uygulamalardan uzak durarak, adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesine göre hareket etmesini gerektirir.
5. Devlet Yönetiminde Partiler
Siyasi partiler, modern demokrasilerin temel taşlarından biridir ve devlet yönetiminde önemli bir rol oynar. Siyasi partiler, halkın farklı görüş ve düşüncelerini temsil eden örgütlenmeler olarak, demokratik süreçlerin işlemesini sağlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda Atatürk’ün siyasi liderliği altında oluşturulan tek parti dönemi, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile başlamıştır. Ancak Atatürk, tek parti yönetiminin demokrasiye zarar vermemesi için çok partili sisteme geçişin gerekli olduğunu düşünmüştür.
Atatürk’ün kurduğu düzen, demokratik süreçlerin adil ve şeffaf bir şekilde işlemesini öngörür. Bu bağlamda, siyasi partiler arasındaki rekabet, halkın farklı kesimlerinin temsiliyetini sağlamak açısından önemlidir. Ancak bu rekabetin, devletin ve milletin birliği ve bütünlüğü üzerinde olumsuz etkiler yaratmaması için partiler, milli çıkarları gözeterek hareket etmelidir.
Partilerin devlet yönetimindeki rolü, yasama organına seçilen temsilciler aracılığıyla yürütme ve yasama süreçlerine katılmaktır. Ancak, partilerin halkın çıkarlarına aykırı bir şekilde devletin işleyişine müdahale etmesi veya demokrasiyi zedeleyici tutumlar sergilemesi, Atatürkçü düşünceye aykırıdır. Atatürk, siyasal partilerin halkın iradesini temsil etmesi gerektiğini, ancak bu temsilin milli birliğe zarar vermeyecek bir dengede sürdürülmesinin önemini vurgulamıştır.
6. Milli Dış Siyaset
Atatürk'ün milli dış siyaset anlayışı, tamamen barışçıl ve bağımsız bir çizgide şekillenmiştir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, bu politikanın temel dayanağıdır. Bu ilke, Türkiye’nin iç barışını sağladıktan sonra, dünya ile de barışçıl ilişkiler kurması gerektiğini ifade eder. Atatürk, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinden kazandığı tecrübeler doğrultusunda, Türkiye'nin dış ilişkilerinde bağımsız ve tarafsız bir duruş sergilemesi gerektiğini savunmuştur.
Atatürk’ün dış politika anlayışında en önemli unsurlardan biri, milli çıkarların her şeyin önünde tutulmasıdır. Türk devleti, uluslararası ilişkilerde başkalarının iç işlerine karışmadan, kendi çıkarlarını koruma amacı gütmüştür. Aynı zamanda, Atatürk, Türkiye’nin komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmasını ve bölgesel barışın sağlanmasına katkıda bulunmasını istemiştir.
Atatürk'ün dış politikası, büyük devletlerin etkisinden bağımsız, milli menfaatler doğrultusunda şekillenen bir yapıya sahiptir. Bu politika, Türkiye'nin Batı dünyası ile olan ilişkilerinde dengeli ve saygın bir yer edinmesini sağlamıştır. Atatürk, Türkiye'nin dış politikada başta Lozan Antlaşması ile elde edilen bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini savunmuştur.
7. Adalet, Hukuk ve Mahkemelerin Bağımsızlığı
Adalet, toplumların huzur ve düzen içinde yaşamalarını sağlayan en temel ilke olup, Atatürk’ün hukuk anlayışının merkezinde yer alır. Atatürk, adaletin bir devletin sağlam temeller üzerine inşa edilmesinde en önemli unsur olduğunu vurgulamıştır. Hukukun üstünlüğü ilkesi, devletin keyfi uygulamalardan uzak durmasını, kanunların her birey için eşit uygulanmasını sağlar. Atatürk, Türk hukuk sistemini laik temellere oturtarak, adaletin evrensel normlara göre işlemesini hedeflemiştir.
Mahkemelerin bağımsızlığı ise, adaletin tarafsız ve objektif bir şekilde tecelli etmesi için şarttır. Mahkemeler, hiçbir siyasi baskı altında kalmadan, yalnızca hukukun gereği doğrultusunda karar vermelidir. Atatürkçü düşünce, bağımsız yargının devletin güvencesi olduğu bilinciyle hareket eder. Bu bağlamda, yargı bağımsızlığına yönelik her türlü müdahale, adaletin zedelenmesine yol açar.
8. İnsan Hak ve Hürriyetleri ile Sorumlulukları
Atatürkçü düşüncede insan hakları, bireyin özgürlüğünün teminatı olarak görülür. Atatürk, insan haklarına büyük önem vermiş, bireyin toplumsal ve siyasal haklarının korunmasını bir devletin en temel görevi olarak kabul etmiştir. Temel insan hakları arasında, yaşama hakkı, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti gibi haklar yer alır. Ancak Atatürk, hak ve özgürlüklerin sorumluluklarla dengelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Özgürlüklerin sınırsız olmadığını, bireylerin topluma karşı sorumluluklarının da bulunduğunu ifade etmiştir.
Bireylerin haklarının korunması, demokratik sistemin işleyişi için elzemdir. Ancak bireyler, bu hakları kullanırken toplumsal düzeni bozmamalı ve diğer bireylerin haklarına saygı göstermelidir. İnsan hakları, hukuk çerçevesinde korunmalı ve devletin güvencesi altında olmalıdır.
9. Askerlik
Askerlik, Atatürkçü düşüncede milli bir görev ve sorumluluk olarak kabul edilir. Atatürk, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinde ordunun hayati bir rol oynadığını ve bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güçlü ve disiplinli bir yapıda olmasının önemini vurgulamıştır. Askerlik, bir yandan ulusal savunmanın temelini oluştururken, diğer yandan milli birliği ve vatanseverliği pekiştirir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü koruma görevini üstlenirken, aynı zamanda Atatürk ilke ve inkılaplarını muhafaza etmekle de yükümlüdür. Askerlik, sadece bir savunma görevi değil, aynı zamanda milletin birliği, beraberliği ve dayanışmasının sembolüdür. Atatürk, Türk ordusunun her zaman modern, disiplinli ve milli değerlere bağlı bir yapıda olmasını istemiştir.