10 Kasım 1938, hepimiz için derin bir yaraya sebep olan bir tarihtir… O gün, bir medeniyet kurucusunu kaybettik; Türk milletini asırlar sonra medeni âlemde layık olduğu yere taşıyan, unutulmuş ve ötekileştirilmiş bir milleti efendi yapan bir kurtarıcıyı kaybettik. Milletinin medeni seviyesini diğer tüm milletlerin üstüne çıkarma çabasında olan bir başöğretmeni, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen bir devrimciyi, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen yol gösterici babamızı kaybettik.
Ancak unutmamalıyız ki, Mustafa Kemal’in de dediği gibi, iki Mustafa Kemal vardı: biri etten kemikten olan, diğeri ise fikirleriyle tüm medeni âlemi aydınlatan Mustafa Kemal. İşte o, milletti; ve o millet her daim yaşayacaktı. O Mustafa Kemal, her zaman 20 yaşında bir gençti; inkılapları devam ettiren, reformcu, hayatta en hakiki mürşidi ilim ve fen olan Mustafa Kemal’di.
Aradan geçen 86 yılın ardından, üzülerek ifade edebilirim ki iki Mustafa Kemal’i de kaybetmiş gibiyiz. 10 Kasım’da “en büyük yasım” diyenler, fakat diğer Mustafa Kemal’e sahip çıkmayanlar, onun ışığıyla aydınlanmak istemeyenler ve yolundan başka yollar arayanlar, ne zaman akıllarını başlarına alacak, merak ediyorum. Elbette onu anacağız, elbette rahmet dileyeceğiz; fakat fikirlerinin de yaşaması için bir mücadele içinde olmamız gerektiğini idrak etmeliyiz. Yoksa bugün bedenen Mustafa Kemal’i anarken, bir gün fikirdeki Mustafa Kemal’i de kaybetmek zorunda kalmayalım.
Fikirlerinle ilelebet payidar kalacaksın, Paşam. Mekânın cennet olsun; ışığını taşımaya devam edeceğiz.