Günümüzde gazete manşetlerinden mutfak sohbetlerine, küresel siyaset tartışmalarından kişisel bütçe planlarına kadar pek çok alanda karşımıza tek bir ortak payda çıkar: iktisat. Ekonomik gelişmeler, para politikaları, fiyat artışları veya işsizlik oranları gibi kavramlar sadece uzmanların değil, hemen herkesin dilindedir. Peki iktisat tam olarak nedir ve neden bu kadar hayatımızın merkezinde yer alır? En genel tanımıyla iktisat, mal ve hizmetlerin üretimini, dağıtımını ve tüketimini inceleyen bir sosyal bilim dalıdır. Bu alan, bireylerin, şirketlerin ve toplumların sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlarını nasıl dengelediğini anlamaya çalışır.
İktisat bilimi, gündelik yaşamdan küresel politikalara uzanan geniş bir etki alanına sahiptir. 19. yüzyılda sadece bir avuç akademisyen ve meraklının ilgi alanı olan iktisat, bugün adeta “iktisatçıların çağı” olarak nitelenebilecek bir önem kazanmıştır; neredeyse her hükümet, uluslararası kuruluş veya büyük şirket bünyesinde ekonomi uzmanları bulunmaktadır. Bunun nedeni, ekonomik olayların toplum refahından devlet politikalarına, piyasa dalgalanmalarından bireysel yaşam standartlarına kadar her düzeyde belirleyici olmasıdır. İktisat, bir yandan piyasaların ve fiyatların nasıl oluştuğunu açıklarken, diğer yandan hükümetlere enflasyonla mücadele, işsizliği azaltma veya sürdürülebilir büyüme sağlama konularında yol gösterici olur.
İktisadi düşüncenin temelleri, insan toplumlarının en başından beri var olan bir ihtiyaçtan doğmuştur: sınırlı kaynakları verimli kullanarak hayatta kalmak ve refahı artırmak. Tarih boyunca devletler ve topluluklar, kıt kaynakların yönetimi, kıtlık dönemlerinde hayatta kalma, ticaret yollarının denetimi ve geleceğe yönelik ekonomik planlama gibi sorunlarla uğraşmışlardır. Nitekim iktisat teorisi de toplumların kaynakları hesaplama, geleceği planlama ve mal-mülk değişimini düzenleme ihtiyacından filizlenmiştir. Ancak modern anlamda iktisat biliminin doğuşu 18. yüzyıl sonlarına rastlar: Sanayi Devrimi ile birlikte iktisat, "politik iktisat" adı altında ayrı bir disiplin olarak şekillenmeye başlamıştır. Özellikle Adam Smith’in 1776 yılında yayımladığı Milletlerin Zenginliği (The Wealth of Nations) gibi eserler, piyasa ekonomisinin işleyişine dair ilk kapsamlı açıklamaları sunarak iktisadı felsefe ve tarihten ayrı, müstakil bir çalışma alanı haline getirmiştir.
19. ve 20. yüzyıllarda iktisat teorileri, yaşanan büyük toplumsal dönüşümler ve krizlerle birlikte evrilmiştir. Özellikle 1929 Dünya Ekonomik Buhranı (Büyük Buhran) ve 1930’lar, iktisat tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu kriz döneminde sanayileşmiş ülkelerde işsizlik ve yoksulluk rekor seviyelere ulaşmış, mevcut ekonomik düzen şiddetle sorgulanmaya başlanmıştır. Birçok hükümet krize çare olarak vergileri artırma veya korumacı tedbirler alma yoluna gitse de, bu politikalar durgunluğu derinleştirmiştir. İşte bu ortamda İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, klasik yaklaşımın aksine devletin ekonomik hayatı dengelemede aktif rol alması gerektiğini savunan yeni makroekonomik teoriler geliştirmiştirKeynes’in fikirleri, II. Dünya Savaşı sonrasında birçok ülkenin ekonomi politikasına yön vermiş; istihdamı artırmak ve talebi canlandırmak için kamu harcamalarını kullanma yaklaşımı (Keynesyen politika) yaygınlık kazanmıştır. Böylece iktisat bilimi, büyük buhranlar ve savaşlar gibi toplumsal sarsıntılar karşısında çözüm arayışıyla şekillenerek toplumsal düzenin iyileştirilmesinde kritik bir rol üstlenmiştir.
İktisat bilimi, toplumların temel sorunlarına yanıt arayan kuramsal çerçeveler sunar. Kaynakların toplum içinde nasıl dağıtılacağı, gelir eşitsizliğinin ne düzeyde kabul edilebilir olduğu veya piyasanın kendi haline bırakıldığında mı yoksa devlet müdahalesiyle mi daha verimli işleyeceği gibi sorular iktisadın merkezinde yer alır. Örneğin, adil bir gelir dağılımı sağlamak adına devletin ne ölçüde müdahale etmesi gerektiği yüzyıllardır tartışılmaktadır; bir görüşe göre belirli düzeyde eşitsizlik, bireyleri çalışmaya ve inovasyona teşvik eden doğal bir sonuçken, bir diğer görüş aşırı eşitsizliğin toplumsal huzuru bozan ve ekonomik verimliliği dahi düşüren bir problem olduğunu öne sürer. Benzer biçimde, bazı iktisatçılar serbest piyasanın kendi kendini düzenleme kapasitesine inanarak devletin rolünün en aza indirilmesini savunurken, diğerleri piyasaların başarısız olabileceği (örneğin tekel oluşumu veya çevre kirliliği durumlarında) ve kamusal malların yeterince üretilemeyebileceği gerekçeleriyle kamunun ekonomiye aktif bir şekilde katılmasını destekler. Bu tür fikir ayrılıkları, farklı ekonomik sistemlerin (ör. kapitalizm ve sosyalizm) teorik temelini oluşturmuş ve ülkelerin izlediği kalkınma yollarını etkilemiştir. Sonuç olarak iktisat, sadece piyasa dinamiklerini değil, toplumsal adalet ve devletin ekonomiyle ilişkisi gibi geniş kapsamlı meseleleri de ele alan bir sosyal bilim dalıdır.
Ekonomik olgular hiçbir zaman toplumsal bağlamından bağımsız düşünülemez. İktisat, yalnızca para ve rakamlardan ibaret olmayıp, hukuk, siyaset, sosyoloji ve tarih gibi alanlarla iç içe gelişir. Her toplumun kendine özgü bir ekonomik sistemi ve işleyişi, o toplumun tarihi ve kültürel özelliklerinden beslenir; dolayısıyla bir ülkenin geçmişini ve toplumsal yapısını bilmeden, o ülkenin ekonomik tercihlerini ve politikalarını tam manasıyla anlamak mümkün değildir. Örneğin sanayileşme sürecini erken tamamlamış ülkeler ile tarım ağırlıklı kalmış toplumların iktisadi öncelikleri, politika tercihleri ve kolektif değerleri birbirinden farklı olacaktır. İktisat bilimi, bu farklılıkları göz önünde bulundurarak evrensel teoriler ile yerel gerçekleri bağdaştırmaya çalışır; böylece hem tarihsel gelişimi açıklar hem de toplumsal yapıyı anlamamıza katkıda bulunur.
Geleneksel bir pazar yerinde sebze satan satıcı ile alışveriş yapan müşteriler. Bu tür gündelik etkileşimler, iktisadın temel konularından biri olan arz ve talep dengesinin ve piyasa mekanizmasının en somut örneklerindendir.
Pazarda alıcı ile satıcı arasındaki pazarlık, aslında fiyatların nasıl oluştuğunu belirleyen görünmez bir elin işleyişini andırır. Her ürünün değeri, alıcıların ödemeye razı olduğu tutar ile satıcıların talep ettiği tutar arasındaki dengede ortaya çıkar; bu denge, bir yandan malın ne kadar kıt veya bol olduğunu, diğer yandan insanların o mala ne kadar ihtiyaç duyduğunu yansıtır. Görünüşte basit olan bu alışveriş etkileşimi, ekonomide kaynakların nasıl tahsis edildiğinin mikro ölçekteki bir yansımasıdır. Her gün milyonlarca insanın markette, pazarda veya mağazada yaptığı küçük ölçekli alışverişler ve bireysel tercihleri bir araya gelerek ülke ekonomisinin genel arz ve talep eğilimlerini şekillendirir.
İktisat, sadece pazar yerlerinde değil, bireylerin günlük hayatlarındaki pek çok kararda da kendini gösterir. Sınırlı bütçemizi nasıl harcayacağımız, ay sonunda ne kadar birikim yapacağımız veya kısıtlı vaktimizi çalışmaya mı yoksa dinlenmeye mi ayıracağımız gibi soruların her biri ekonomik bir tercihtir. Bu tür kararları verirken aslında her seçimin bir bedeli olduğunu deneyimleriz: bir şeyi tercih ederken bir başkasından vazgeçeriz. Örneğin, hafta sonu 8 saatinizi çalışarak para kazanmaya mı yoksa ders çalışmaya mı ayıracağınıza karar vermeniz gerekebilir; çalışmayı seçerseniz ders çalışmaktan, ders çalışmayı seçerseniz kazanç elde etmekten vazgeçmiş olursunuz. İktisat literatüründe bu vazgeçilen şeye fırsat maliyeti denir. Bireyler karar alırken alternatiflerin fırsat maliyetini göz önüne aldıklarında, uzun vadede daha sağlıklı tercihler yapabilirler. Benzer şekilde, kısıtlı gelirimizle alışveriş yaparken de önceliklerimizi belirler, bazı isteklerimizi erteleyerek kıt kaynaklarımızı en çok ihtiyaç duyduğumuz alanlara yönlendiririz. Bütün bu süreçler, iktisadın birey düzeyindeki yansımalarıdır.
Öte yandan, bireysel yaşamlarımız ne kadar iktisadi kararlarla doluysa içinde yaşadığımız toplumun genel ekonomik koşulları da bizleri o denli etkiler. Makroekonomik göstergeler dediğimiz enflasyon, faiz oranları, işsizlik oranı ve ekonomik büyüme hızı gibi veriler, bir ülke ekonomisinin genel sağlığını ortaya koyar ve doğrudan yaşam standartlarımıza yansır. Örneğin yüksek enflasyon, aynı gelirle daha az mal ve hizmet satın alabilmemize yol açarak alım gücümüzü düşürür; yüksek işsizlik ise iş bulmayı zorlaştırdığı gibi toplumda gelir kaybı ve sosyal sorunlara sebep olur. İşte iktisat politikaları tam bu noktada devreye girer: Hükümetler ve merkez bankaları, ekonomik dalgalanmaları hafifletmek ve istikrarı sağlamak adına para politikası (örneğin faiz oranlarını ayarlamak) veya maliye politikası (örneğin vergi ve kamu harcama kararları) araçlarını kullanırlar. Enflasyonun hızla yükseldiği bir ortamda merkez bankası faiz oranlarını arttırarak piyasadaki para arzını kısma ve fiyat artışlarını dizginleme yoluna gidebilir; ya da ekonomik durgunluk dönemlerinde devlet bütçeden altyapı projelerine veya sosyal programlara daha fazla pay ayırarak talebi canlandırmayı hedefleyebilir.
Ekonomi politikalarının etkileri sadece makro ölçekteki istatistiklerle sınırlı kalmaz; gündelik hayatımızın birçok yönünü de dolaylı şekilde şekillendirir. Basit bir örnek vermek gerekirse, akaryakıta konulan ek bir vergi ilk bakışta sürücüler için maddi bir yük gibi görünse de eğer bu adım trafikteki araç kullanımını azaltıp çevre kirliliğini düşürmek ve elde edilen vergi gelirini toplu taşıma yatırımlarına aktarmak gibi amaçlara hizmet ediyorsa, toplum genelinde daha büyük bir fayda sağlanmış demektir. Bu tür uygulamalar, iktisatta dışsallık kavramı çerçevesinde değerlendirilir – yani bir ekonomik faaliyetin, o faaliyete doğrudan taraf olmayan üçüncü kişiler üzerindeki maliyet veya faydaları. Devlet, vergiler veya teşvikler yoluyla negatif dışsallıkları azaltmaya (ya da pozitif dışsallıkları desteklemeye) çalışarak hem ekonomik verimliliği hem toplumsal refahı gözetir. Sonuç olarak, bireylerin günlük hayatındaki tercihler ile kamusal alandaki ekonomi politikaları sürekli bir etkileşim halindedir ve iktisat bilimi bu karmaşık ilişkiyi anlamamıza yardımcı olur. İktisat oldukça geniş bir disiplin olduğu için, farklı inceleme düzeylerine ve konulara göre alt dallara ayrılmıştır. Bu alt dalların en temel ikilisi, mikroekonomi ve makroekonomi başlıkları altında incelenir. Mikroekonomi, bireylerin ve firmaların karar alma süreçlerini ve piyasalardaki karşılıklı etkileşimlerini ele alan, ekonomik faaliyetlerin “küçük ölçekli” yönüne odaklanan alt alanıdır. Bir malın fiyatının nasıl oluştuğu, tüketicilerin satın alma tercihleri, bir firmanın üretim kararları veya piyasada rekabetin işleyişi gibi sorular mikroekonominin temel inceleme konularındandır. Makroekonomi ise ekonomiye toplu bir perspektiften bakar; bir ülkenin toplam üretimini, milli gelirini, enflasyon oranını, işsizlik düzeyini ve ekonominin genel büyüme eğilimlerini analiz eden “büyük ölçekli” yaklaşımdır. Örneğin bir ekonomide yaşanan resesyonun nedenlerini anlamaya çalışmak veya enflasyonu düşürmek için uygulanabilecek politikaları değerlendirmek makroekonominin ilgi alanına girer.
Bunların yanında, iktisat biliminin zaman içinde gelişmesiyle pek çok alt uzmanlık alanı ortaya çıkmıştır. Uluslararası iktisat, ülkeler arasındaki ticaret, sermaye akımları, döviz kurları ve küresel finansal sistem gibi konulara odaklanırken; kalkınma iktisadı, yoksulluğun azaltılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve az gelişmiş bölgelerin ekonomik olarak güçlendirilmesi gibi meseleleri inceler. Son yıllarda dikkat çeken alanlardan biri olan davranışsal iktisat, insanların her zaman tam anlamıyla rasyonel olmadığı gerçeğinden yola çıkarak psikoloji ile ekonomi bilimini birleştirir; ekonomik kararlarımızın ardındaki bilişsel yanılgıları ve önyargıları araştırır. Benzer biçimde, deneysel iktisat da kontrollü deneyler yoluyla ekonomik teorileri test etmeyi amaçlayan ve giderek önem kazanan bir çalışma alanıdır. İktisatçılar ayrıca iklim değişikliğinin ekonomi üzerindeki etkileri, teknolojik yeniliklerin iş gücü piyasalarına yansımaları, sağlık ve eğitimin finansmanı ve hatta İslam iktisadı gibi alternatif finans sistemleri konusunda da araştırmalar yapmaktadır. Kısacası, iktisat bilimi dinamik bir yapıya sahiptir ve dünyanın değişen koşullarına paralel olarak yeni soru ve sorun alanlarına yanıt aramaya devam etmektedir.
İktisat bilimi, kapsamı ve etkileri itibarıyla hem bireyler hem de toplumlar için vazgeçilmez bir rehber niteliğindedir. Bu incelemede gördüğümüz gibi, iktisat insanlığın temel ihtiyaçlarından doğmuş, tarihsel süreçte gelişerek bugün hayatın her alanına nüfuz etmiş bir disiplindir. Gündelik kararlarımızdan küresel politikalara uzanan geniş bir yelpazede iktisadi düşünce bizlere yön verir.
Her ne kadar iktisat, matematik veya fizik gibi kesin sonuçlar veren bir bilim dalı olmasa da (çünkü insan davranışları öngörülemez yönler barındırır), sağladığı bakış açıları ve çözümleme yöntemleri sayesinde karmaşık toplumsal olayları anlamamızı kolaylaştırır. İktisadi tahminler ve politikalar her durumda yüzde yüz isabetli veya etkili olmayabilir; farklı iktisat ekolleri aynı probleme farklı çözümler de önerebilir. Ancak bu durum, iktisat biliminin değerini azaltmak bir yana, onun bize öğrettiği çok yönlü düşünme becerisinin önemini gösterir. Nitekim iyi bir iktisat perspektifi, ekonomik sonuçların pek çok değişkene bağlı olduğunu kavramamızı sağlar ve bizi tek boyutlu yaklaşımlardan uzaklaştırır. Örneğin ne tamamen kontrolsüz bir piyasanın ne de tamamen müdahaleci bir devletin her koşulda en doğru reçete olmayabileceğini; dengeli ve şartlara uyum sağlayan politikaların gerektiğini iktisadi analizler ortaya koyar.
İktisat bilimi hayatımızın her katmanında karşılık bulmaktadır. Bireyler için daha bilinçli finansal kararlar almanın, şirketler için daha verimli stratejiler belirlemenin ve devletler için toplum refahını artıracak politikalar geliştirmenin anahtarını sunar. İktisat; sadece para ve piyasa demek değil, aynı zamanda insan davranışı, toplum yapısı ve geleceğe dair planlama demektir. Dolayısıyla iktisada ilgi duyan bir kişi, dünyayı anlama ve şekillendirme konusunda güçlü bir araç edinmiş olur. Ekonomik okuryazarlığın yaygınlaşması, toplumların daha sağduyulu ve sürdürülebilir kararlar almasına zemin hazırlar.
İktisat alanına ilgi duyan okurlar için bu yazı bir başlangıç noktasıdır. Burada edindiğiniz genel çerçevenin ardından, iktisat teorisinin derinliklerine inmek, farklı ekolleri ve uygulamaları keşfetmek son derece zihin açıcı olacaktır. Unutmayalım ki iktisat, dinamik bir dünyanın nabzını tutan, hem bireysel hem de kolektif kararlarımızda bize ışık tutan canlı bir bilim dalıdır. İster günlük yaşamımızı daha iyi yönetmek, ister küresel meselelere çözümler aramak olsun, iktisadi düşünceye hakim olmak ufkumuzu genişletecek ve bizi geleceğe daha donanımlı hazırlayacaktır.
Okuma Önerileri
Adam Smith – Milletlerin Zenginliği (The Wealth of Nations)
David Ricardo – Politik İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri
Karl Marx – Kapital
John Maynard Keynes – İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi
Friedrich A. Hayek – Yol Ayrımı (The Road to Serfdom)
Milton Friedman – Kapitalizm ve Özgürlük
Paul A. Samuelson & William Nordhaus – Economics (Ekonomi)
Alfred Marshall – Ekonominin İlkeleri (Principles of Economics)
Thomas Piketty – 21. Yüzyılda Kapital (Capital in the Twenty-First Century)
Joseph E. Stiglitz – Küreselleşme: Büyük Hayal Kırıklığı
Daron Acemoğlu & James A. Robinson – Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail)
Tim Harford – Görünmeyen Ekonomist (The Undercover Economist)
Ha-Joon Chang – Ekonomi Rehberi (23 Şey)
Yanis Varoufakis – Ekonomi Gerçekleri (Talking to My Daughter About the Economy)
Steven D. Levitt & Stephen J. Dubner – Freakonomics
Richard H. Thaler & Cass R. Sunstein – Nudge (Dürtme)
Richard H. Thaler – Düşünme, Hızlı ve Yavaş (Daniel Kahneman ile birlikte okunmalı)
Daniel Kahneman – Hızlı ve Yavaş Düşünme (Thinking, Fast and Slow)
Robert Heilbroner – İktisatçılar ve Görünümler (The Worldly Philosophers)
Charles P. Kindleberger – Finansal Krizler: Beş Yüz Yıllık Tarih
Angus Deaton – Büyük Kaçış (The Great Escape)
Mariana Mazzucato – Girişimci Devlet
Erik S. Reinert – Zengin Ülkeler Nasıl Zengin Oldu, Yoksullar Neden Yoksul?
Ergin Yıldızoğlu – Kapitalizm: Tarihsel Bir Sistem
Mahfi Eğilmez – Kolay Ekonomi
Mahfi Eğilmez – Ekonomide Analiz
Ercan Kumcu – Ekonomi Yazıları
Korkut Boratav – Türkiye İktisat Tarihi 1908-2007
Refet Gürkaynak (der.) – Ekonomide Anlamak ve Anlatmak
Zeynep Orhun – Davranışsal İktisat
Osman Altuğ – Makro İktisat
E. Ahmet Tonak & Sungur Savran – Marksist İktisat Teorisi Üzerine Yazılar