Mankurt kavramını, tarihsel süreçte yaşanmış bir takım hadiseleri göz önüne alarak, günümüz modern dünyası açısından ve Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel eseri üzerinden inceleyeceğiz. Mankurt kavramını Manas Destanı'ndan alarak dünya edebiyatına kazandıran Cengiz Aytmatov'dur. Gün Olur Asra Bedel romanında, bir işkence yöntemi olarak mankurtlaştırmadan şöyle bahseder: Juan-Juanlar, esirlerine bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır. Esirin saçları kazınır, daha sonra devenin boyun derisi gerdirilerek kafaya geçirilir. Kafasında deve derisi bulunan esir, sıcak çölde güneş altında bir kaç gün bekletilir. Sıcağın etkisiyle kafada bulunan deve derisi kafaya yapışır ve kafayla bütünleşmeye başlar. Kişinin uzayan saçları, sert olan deve derisini delip geçemeyeceği için kafanın içine doğru uzamaya devam eder. Bu işkence sonucu esir ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirir. Hafızasını yitiren esir artık bir mankurttur. Mankurt, kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmez. İnsan olduğunun bile farkında değildir. Bilinci, benliği olmadığı için efendisine büyük avantaj sağlar. Mankurt, isyan ve itaatsizliği bilmeyen tek varlıktır. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir yaratık. Aytmatov, eserinde Nayman Ana efsanesine de yer verir. Efsaneye göre, Nayman Ana'nın oğlu Colaman, Juan-Juanlar tarafından kaçırılır. Oğlunu kurtarabilmek amacı ile peşine düşen ana, onu Juan-Juanların develerini gütmekle görevlendirdikleri bir yerde bulur. Gizlice oğlunun yanına gider, fakat o çoktan mankurt olmuştur. Atasını, yerini yurdunu hatırlamamaktadır. Nayman Ana ne kadar anlatsa da oğlu öyle hareketsiz durmakta ve boş gözlerle ona bakmaktadır. Dudakları titreyen Nayman Ana ağlayarak, "Bir insanın elinden malı-mülkü, bütün zenginliği hatta hayatı bile alınabilir, ama insanın hafızasını almak gibi bir cinayet işlenir mi? Ey rızık veren Tanrı! Eğer varsan, insanların aklına böyle bir şeyi nasıl getirirsin? Yeryüzünde zulüm, kötülük az mı ki!" diye haykırır. Colaman'ı mankurtlaştıran efendisinin geldiğini gören Nayman Ana, hızla oradan uzaklaşır. Efendisi, Colaman'a yanına gelenin kim olduğunu sorar. Lakin o, tanımadığını söyler. Mankurt Colaman'a bir ok ve yay verilir, tekrar geldiğinde öldürmesi emredilir. Juan-Juanlar oradan uzaklaşınca Nayman Ana tekrar oğlunun yanına gelir; ama Mankurt Colaman, efendisinin buyurduğu gibi ona nişan alır. Nayman Ana daha "Dur! Atma!" derken Mankurt Colaman'ın attığı ok sol böğrüne saplanır. Yere yuvarlanmadan önce beyaz yazması düşer başından ve bu yazma bir kuş olup havalanır. Nayman Ana'nın son sözleri de "Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" olur. Bu olaydan sonra Dönenbay kuşu geceleri Sarı-Özbek Bozkırı'nda uçup dururmuş. Karşısına bir yolcu çıktığında da ona sokulur "Adını biliyor musun? Kim olduğunu biliyor musun? Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" diye ötermiş. Bu efsaneden çıkarılabilecek çok büyük dersler vardır. Mankurtlaştırmak aynı zamanda bir işkencenin ötesinde bir milleti kendi değerlerine düşman etmeyi anlatan sosyo-kültürel bir kavramdır. Söz konusu olan, geleneksel değerlerin unutturulması ve geçmişin yok sayılmasıdır.
Mankurtlaştırmanın bir çok yolu vardır; bilinçsizleştirme, kültürsüzleştirme, ideolojilerin çarptırılması, akıl ve bilimsel bilgiden uzaklaşma, yapay gündemlerle toplumu oyalama ve tarihi çarpıtmak gibi. Kendisi olamayan, mankurt olur. Kendisi olmak, tarihsel hafızaya sahip çıkarak, öz değerlerini benimseyerek olur. Bu nedenle tarihsel hafıza sürekli dinamik tutulmak zorundadır. Dün, bugün ve yarın arasındaki bağlantıyı sağlayan, toplumsal gelenek ve tarih şuurudur. Eğer mankurtlaşmış bir toplum istemiyorsak, eğitimcilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Eğitim, gelişigüzel yapılan bir şey değildir. Eğitim, planlı programlı yapılır ve bir takım politikalara dayalı yürütülür. Bu politika, eğitim politikasıdır. Eğitim politikası millî olmak zorundadır. Atatürk, Samsun İstiklal Ticaret Okulu'nda öğretmenlere şöyle der: "Türk milleti kendi benliğini , kendi aklını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve varlığıyla herhangi bir amaca, sonucu alçaklık olan, esirlik olan karşılıksız köle olmaya giden değersiz bir hedefe sürüklenmiştir. Millet ne yazık ki bu yanlış durumu çok sürdürdü, bu yüzden her türlü yoksulluklara ve esirliklere düşmekten kendini kurtaramadı. Bütün bu sıkıntılar aldıkları millî olmayan eğitimin sonucuydu." Unutmamak gerekir ki Osmanlı Devleti'ni tasfiye edenlerin başında, misyonerlik faaliyeti dediğimiz yabancı okullar gelmektedir. Millî ruhtan uzaklaşmak, çok büyük felaketleri de beraberinde getirmiştir. Geçmişinden ders çıkaramayan, tarih şuurunu kaybeden toplumlar yok olmaya mahkumdur. 1651 yılında, Patrik Gregorios'un Rus Çarı'na yazmış olduğu mektupta, Türkleri savaş meydanlarında yenebilmenin mümkün olmadığını; Türkleri yenebilmenin yollarını anlatır. Bu mektupta, ibret alınacak çok şey varsa da en önemlisi şu iki husustur:
1.) Türklerin maneviyatının yıkılması için onları yabancı fikir ve adetlere alıştırmak.
2.) Türklere hissettirmeden tahribatı tamamlamak.
Yani kısaca, Türkleri birer mankurt yapmak denebilir. Tarihsel sürece bakınca, onca yaşanmışlığa kayıtsız kalmamak lazım.Tarih, tekerrürden ibaret olmamalı. Millî hassasiyetlerin yok edilmesi yahut unutturulması, içimizdeki tahribatı kuvvetlendirir. Gelenek ve göreneklerimize sahip çıkmak zorundayız. Bahsettiğim gelenek ve göreneklere sahip çıkma, tutucu ve bağnaz bir biçimde istikbali ve gelişmeyi tehlikeye sokan bir şey değildir. Aksine, istikbale ancak tarih şuuruna sahip çıkarak ulaşılır. İnsanlığın durmadan devam eden hayatı, hep istikbale yönelik olduğu hâlde, yeni nesillerin hayat kaynağı ve mirası geçmişin tecrübeleri olmalıdır. Başka türlü istikbale erişmek de mümkün değildir. Kültürümüzün büyük bir parçası olan Dede Korkut hikayelerinde sıklıkla "Oğuz yiğitlerine ne kaza gelirse uykuda gelir." sözüne vurgu yapılır. Buradan çıkarılacak ders, iç ve dış düşmanlara karşı uyanık olmamız gerektiği. Tarihsel süreci iyi yorumlayıp ders çıkarmak, millet olarak boynumuzun borcu. Türk milleti olarak unutmamak gerekir ki en çok devlet kurmuş milletiz ama en çok kurduğu devleti kendi kendine yıkan da biziz. Bu noktada, geçmişe dönük teşhisi sağlam koymak zorundayız. Günübirlik yaşayıp geçmişinden ders alamayan bir millet gerilemeye yahut yok olmaya mahkûmdur. Kendi elimizle kendi canımıza kıymaktır bu. Bu yazı geçmişe ufak bir bakıştı. Mankurt bireylerin oluşturduğu bir toplum istemiyorsak, Türk milleti olarak uyanık olmak zorundayız. Unutmayalım ki birey mankurtlaşmaz, mankurtlaştırılır.