TÜRKİYE’DEKİ AFLAR ÜZERİNE
Türkiye Cumhuriyeti’nde kuruluşundan itibaren af yasaları çıkarılmış ve hükümlüler tahliye olmuştur. Bunların nedenleri, sonuçları ve topluma yansımaları da vardır. Bugün bunlar üzerinde fikirlerimi belirteceğim. İlk aflar 1923, 1924 ve 1933 aflarıdır. Bu aflar, Millî Mücadele sonrası toplumsal barışı sağlamak adına daha çok siyasi ve hafif suçları içermiştir. Bunları takip edecek aflar 1945, 1950 ve 1956 aflarıdır. Bu afların çıkışı da, çıkış yıllarından anlayacağımız üzere çok partili döneme geçişe bağlıdır. Demokratikleşme çabaları sonucu Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte önceki dönemin siyasi hükümlülerine yönelik aflar çıktı. Bunlar genel ve özel şekilde çıkarıldı.
Bu aftan yararlanan bazı kişiler şunlardır: Nâzım Hikmet; komünist faaliyetlerde bulunduğu ve orduyu isyana teşvik ettiği gibi çeşitli nedenlerle 1938 yılında hapis cezasına çarptırılmıştı. 1950’de çıkan af onu cezasını doğrudan affetmemiş olsa bile kamuoyu baskısı sonucunda 1951’de serbest bırakıldı. Bir diğer önemli isim Hüseyin Cahit Yalçın’dır. Kendisi 1945 affıyla serbest bırakılmıştır. Hüseyin Cahit, tek parti rejimine muhalefet etme, Serbest Cumhuriyet Fırkası’na destek vermesi ve rejim aleyhinde kara propagandalar yapması nedeniyle 1931’de Tanin gazetesinde yazdığı bir yazıdan ötürü hükümete hakaretten cezaya çarptırılmıştı. Bu aftan yararlanan kişiler arasında Ahmet Emin Yalman ve diğer gazeteciler de vardır.
Sonraki af, 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra 1963 yılında "Genel Af Kanunu" adıyla çıkmıştı. Affın çıkış nedeni cezaevlerinin doluluğu ve rejimin normalleşme süreci olarak gösterilebilir. Cinayet, tecavüz, gasp gibi suçlar ve Yassıada’da yargılanan Demokrat Partililer bu affın dışında bırakıldı. Af daha çok sol ve sosyalist çevrelerde yumuşamaya sebep verdi. Doğan Avcıoğlu gibi isimler serbest bırakıldı ve bu ortamda tekrar yayın faaliyetlerine geri dönebildiler. Af, Demokrat Partilileri kapsamadığı için siyasi barışı sağlama konusunda hedefine ulaşıp ulaşamadığı tartışma konusudur.
Sırada 1974 (Ecevit Affı) var. Bu af, siyasi şiddetin zirveye tırmandığı bir dönemde, Kıbrıs Barış Harekâtı ile beraber millî birliğin sağlandığı bir zamanda çıkarılmıştır. Amaç, öncekilerde olduğu gibi siyasi barış ve toplumsal huzurdu. Aftan sol ve sağ görüşlü pek çok mahkûm faydalandı (Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’nın yol arkadaşları; bunlar sol görüşlü kişilerdir. Sağ görüşlü mahkûmlar ise ülkücü hareket üyeleri, komando kamplarına katılan gençlik teşkilatı üyeleri ve bunlara ek olarak gazetecilerden Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’tür).
Sonrasında 12 Eylül sürecinden sonra 1983-1988 yıllarını kapsayan, parça parça af yasaları çıktı. Darbeden sonra yaklaşık 650 bin kişi gözaltına alınmıştı ve haliyle cezaevleri dolmuştu. 1988’e kadar bazen aflar bazen de cezai indirimler uygulandı. Bu aflardan yararlanan çarpıcı isimler (Mehmet Ali Ağca - Papa suikastçısı, Kemal Türkler cinayeti sanıkları - MHP’liler) kamuoyunda huzursuzluk ve infiale yol açtı. İlerleyen yıllarda serbest bırakılan suçlular nedeniyle kamuoyunun adalete olan inancı zedelendi.
1991’de Turgut Özal, şartlı salıverme ve ceza erteleme yasası çıkardı. Bundan PKK haricindeki Kürt siyasal hareketindeki isimler, sol görüşlü dergi yazarları gibi şahıslar yararlandı.
1999’da cezaevlerinde “Hayata Dönüş Operasyonları” ve Bayrampaşa Cezaevi’nde çıkan yoğun çatışma kamuoyunda homurdanmalara neden oldu. Sol siyasi hareketler operasyonları “katliam” olarak nitelendirdi. Devlet yetkilileri, operasyonların ölüm orucu ve açlık grevi nedeniyle ölümleri önleme amacıyla yapıldığını açıkladı. Resmî rakamlara göre 30 mahkûm ve 2 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti.
Bu hadiseler neticesinde, dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Hanım affı gündeme getirdi. Hatta bu sebeple bu af “Rahşan Affı” olarak nitelendirilir. Aftan Ahmet Kaya gibi siyasi isimlerin yanında, Kürt İdris, Nuriş Kardeşler gibi mafya ve organize suç örgütü mensuplarına ek olarak cinsel istismar ve cinayet suçu gibi suçlardan hüküm giyen kişilerin de serbest bırakılması toplumda sıkça tartışıldı. Toplumsal vicdanı rahatsız eden bir af olarak değerlendirildi.
Her ne kadar “af” olarak isimlendirilmese de, 15 Temmuz sonrası yapılan infaz düzenlemelerinde, terör ve cinsel suçlar hariç olmak üzere bazı mahkûmların cezaevinden erken salıverilmesi sağlandı. Amaç, cezaevlerinde FETÖ tutukluları için yer açmaktı. Gasp, hırsızlık, dolandırıcılık gibi suçlardan yatan binlerce kişi, bazı kadın ve yaşlı mahkûmlara ek olarak çete üyeleri ve organize suç örgütü üyelerinin ceza süreleri kısaltıldı.
2020 senesinde ise COVID-19 infaz düzenlemesi çıkarıldı. Pandemi nedeniyle infaz kurumlarında sağlık riskinin çok yüksek hale gelmesi sebebiyle en az 90 bin kişi serbest bırakıldı (50 bini denetimli olarak). Bu mahkûmlar arasında uyuşturucu suçluları, cinayet dışındaki kasten yaralama sanıkları, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı dışındaki cinsel suçlular, mafya suç örgütü üyelerinden bazıları (Alaattin Çakıcı - Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla - ve Sedat Peker’in çevresindeki kişiler) vardı. Diğer yaslarda olduğu gibi bu af da kamu vicdanını zedeledi. İnsanlar, “mafya, hırsızlar, tacizciler salındı, gazeteciler içeride kaldı” diyerek affın siyasi mahkûmları kapsam dışı bırakmasını ve ağır suçları kapsamasını eleştirdi.
Son olarak, geçtiğimiz ay çıkan ve “örtülü af” olarak nitelendirebileceğimiz 10. Yargı Paketi kapsamında çıkarılan infaz düzenlemeleri, 2020’dekiler gibi geniş çaplı olmasa da bazı mahkûmlara denetimli serbestlik veya erken tahliye fırsatları sundu. Yaklaşık 55 bin mahkûm bu düzenlemeden yararlandı. Terör, cinsel suçlar, kasten adam öldürme gibi suçlar kapsam dışı kalsa da vatandaşlar hukuka olan inancı kaybediyor ve cezaların caydırıcılığını yitirdiğini düşünüyor.
Peki vatandaşlar bu konuda haklı mı? Sık sık çıkan aflar, suçlular için cezasızlık algısı oluşturabilir. Suçluların tekrar suça başvurma oranını yükseltebilir. Ülkemizdeki suç oranlarının düşmemesi, aksine artmasının altında yatan ana nedenlerden biri; sıkça çıkarılan aflar yahut “af değil infaz düzenlemesi”, “yargı paketi” denerek siyasilerin af olmadığını iddia ederek kamu vicdanını yatıştırma gayretinden öteye geçmeyen örtülü aflar olabilir mi?
Başka bir çerçeveden bakalım: Acaba çıkarılan bu aflar, hükümlülerin bağışlanması mı yoksa kanuna nizama uyan, suça bulaşmayan ya da bu hükümlülerin musallat olduğu düzgün vatandaşların cezalandırılması hadisesi midir?
Düzgün, sıradan işinden evine giden, tek derdi geçimi ve sevdikleri olan vatandaşların sosyal medyada gezinirken ya da işten evine döndüğünde “Dur şu haberlere bir bakayım, neler oluyor ülkede” diye kumandayı eline alıp televizyonu açtığında, ekranda çeşitli suçlardan dosyası kabarık hükümlülerin salındığını gören bir vatandaş ne hisseder? Ben söyleyeyim: İnançlıysa Allah’a emanet, inançsızsa da şans eseri, tesadüfen yaşadığını düşünür. Bu ülkede sevdikleri için endişe etmeden nasıl yaşanır, onu sorgular. Ve bu düşünce, bu konudaki iç karartıcı düşüncelerin en hafifidir diye düşünüyorum.
Peki, eşinden şiddet görmüş ve mahkemeden mahkemeye sürünüp zar zor eşinden boşanıp onun cezalandırılması için uzun mücadeleler veren bir kadın bu haberleri görünce nasıl hisseder? Kendini güven altında hissedebilir mi? Ya da zorluklarla çalışıp yıllarca birikim yaparak dükkân açan bir esnaf abimiz, dükkânına saldıran ve eğer harç vermeyi kabul etmezse canıyla tehdit edilen kişi salındığında ne hisseder? Böyle daha birçok örnek sıralanabilir; daha vahim ve daha az ürpertici olan pek çok örnek... Ama bunları sıralamak içimizi daha çok karartmaktan başka bir işe yaramaz.
Bu durumda hükümet ve devlet organları neler yapmalı?
1) Halkın adalet inancını pekiştirmek için sık yapılan aflar yahut infaz düzenlemelerinden kaçınmalılar.
2) Afları siyasi emelleri için, yani oy toplamak için kullanmamalılar. Yani “Dur, seçime az kaldı, 70 bin kişiyi salayım; aileleriyle beraber bana x miktarda oy kazandırırlar” dememeliler.
3) Siyasi ortaklarının ricası üzerine, siyasi ortaklığı sürdürmek için pek çok suça karışmış, toplumun huzurunu bozan mafya liderlerini serbest bırakmamalılar.
4) Çıkarılan infaz yasalarını adam yaralama, taciz, gasp gibi suçların hükümlülerini kapsayacak şekilde değil de, siyasi nedenlerle sırf hükümet aleyhinde eleştiri yazıları yazan gazetecileri kapsayacak şekilde yapmalılar.
5) Vatandaşlarımızı şehit edip canlarına kast eden terör örgütü üyelerinin çeşitli “süreç” isimleri adı altında serbest bırakılması ama aynı zaman dilimi içinde ana muhalefetin en önemli figürlerinden olan bir büyükşehir belediye başkanını yetersiz deliller ve altı doldurulmayan, gizli tanık iddialarıyla tutsak edilmesi gibi hadiseler yaşanmamalıdır.
6) Başka bir yükselen ana muhalefet liderini, cumhurbaşkanına hakaret ve toplumu kin ve nefrete sürükleme gibi yatarı olmayan suçlardan yargılayıp esir etmemelidir.
Çünkü tüm bu hadiseler vatandaşların sadece hukuka olan inancını yitirmesine neden olmaz. İnsanlar güvensiz ve umutsuz hisseder. Özellikle siyasi davalar toplumsal barışı zedeler. İnsanlar akrabalarıyla, arkadaşlarıyla siyasi tartışmalar nedeniyle kavga eder. Hatta baba ve oğul birbirine düşer. Ki bunun siyaset sebebiyle olması bir ülke için tam bir faciadır. Tabii ki her ebeveyn ve her çocuk aynı siyasi görüşe sahip değil ve olmak zorunda da değil. Fakat ayrıştırıcı olan hukuk kararları ve siyaset dili, aynı ev içinde yaşayan, aynı sofrayı paylaşan ebeveyn ve çocuğu birbirine düşürürse o millet huzuru bulamaz. Çünkü devleti millet var eder; milleti var eden en küçük yapı birimleri de ailelerdir. Aile bağları zayıf olan milletler zayıflar. Çünkü bir çocuk ailesinin geleceği olduğu kadar milletin de geleceğidir. Daha evde ebeveyniyle çatışıp bağ kuramayan bir çocuk, ileride nasıl milletiyle bağ kursun?
Ben aile içi çatışma örneğini verdim ama bu çatışmalara üniversitede ya da lisede aynı sınıfta okuyan iki sınıf arkadaşı da dahildir. O iki öğrenci kendi alanlarında; eğer okudukları bölüm pratik bir bölüme sahipse beraber çalışmalar, projeler, çizimler yapmak ya da teorikse okumalar ve araştırmalar yapmak yerine siyasi dalaşa girerse kendilerine hiçbir şey katamazlar. Bu da niteliksiz, huzursuz genç yığınları yaratır. Bunların yaşandığı ülkenin bünyesinde bulunan milletin geleceği tehdit altına girer. Bu nedenlerledir ki her devlet, vatandaşlarını zihnen ve vicdanen rahatlatma sorumluluğunu yerine getirmelidir. Yoksa o millet fenalıklar ve felaketler silsileleri içerisinde mahvolur.
Toplumsal barışın, huzurun, ekonomik istikrarın ve sokaklarımızın güvenli olduğu günlere ulaşmak dileğiyle.
Kaynakça
- TBMM (1974). *4771 Sayılı Genel Af Kanunu*. Türkiye Büyük Millet Meclisi Arşivi.
- TBMM (2000). *4616 Sayılı Şartla Salıverilme ve Cezaların Ertelenmesi Kanunu*. Resmî Gazete, 22 Aralık 2000.
- TBMM (2020). *7242 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun Değişikliği*. Resmî Gazete, 14 Nisan 2020.
- Özgenç, İ. (2019). *Ceza Hukuku Açısından Af Kurumu*. Ankara: TBB Yayınları.
- Şen, E. (2015). *Ceza Hukuku Genel Hükümler*. İstanbul: Seçkin Yayıncılık.
- Gültekin, F. (2018). *Türkiye’de Af Kurumu ve Uygulamaları*. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
- DergiPark (2020). “Türkiye’de Pandemi Sürecinde Ceza Politikaları.” https://dergipark.org.tr
- Hukukbook (2024). “Türkiye Af Yasaları Kronolojisi ve İncelemesi.” https://www.hukukbook.com
- İnsan Hakları Derneği (2020). *2020 İnfaz Düzenlemesi ve İnsan Hakları Raporu.* https://ihd.org.tr
- BBC Türkçe (2020). “2020 İnfaz Yasasında Kimler Serbest Kaldı?” https://bbc.com/turkce